24 Ekim 2009 Cumartesi
Ruhlar Evi
Sürü
Sürü Frank Schatzing
Okuması çok uzun süren kitaplardan biriydi benim için. Sanırım 40-45 gün sürdü okuyup bitirmem. Bunun sebebi de kitabın kalınlığı değildi, Masumiyet Müzesi'ni 1,5 günde bitirmiştim mesela.
İlk sözüm yayıncı firmaya. Bu kadar uzun bir kitap bu kadar kalın kağıtlar yerine daha kaliteli ince kağıtlara basılabilirdi veya iki cilt halinde yayınlanabilirdi. O zaman kitap çantada taşınabilir, her yerde okunabilirdi.
Ayrıca benim standart okuma saatim yatmadan önceki 1-2 saatdir. Kitap o kadar kalin ki yatarken elimde tutmaktan yorulup okumayı bırakıyordum. Bir de kitapdaki kesilmemiş formalar yok mu, yayıncı da matbaacı da işini baştan savma yapmış.
Konuya gelince; İki anafikir çıkardım ben. Birincisi: Böyle kullanmaya devam edersek dünyayı, intikamı korkunç olacak. İkincisi, ABD dünya sorunlarına şiddet uygulamaktan başka çözüm yolu getiremez.
Yazar ABD zulmünü çeken halkların hislerine tercuman olup ABD'yi dünyanun jandarmalığından alaşağı ediyor kitabın sonunda.
3 Ekim 2009 Cumartesi
Zeytinli Pizza
1/2 limonun suyu
1 adet yeşil veya tatlı kırmızı biber
1 tatlı kaşığı un
1 bardak su
Hamur:
Saksıda çiçek
Canavar
7 Eylül 2009 Pazartesi
Buzlu Yeşil Çay
Malzemeler
Her iki bardak için 1 adet poşet yeşilçay
1 poşet siyah çay (biraz renk vermesi için koydum)
Her bir bardak için 1 tatlı kaşığı şeker
8-10 yaprak nane
Her dört bardak için 1 adet limonun suyu
İçme suyu
Yapılışı
Servis yapılacağında limon eklenir, nane yapraklarını uzaklaştırmak için süzgeçten geçirilir. Limon eklendiğinde çay berraklığını kaybediyor ama çok hoş bir tadı oluyor.
Nane, yeşil çay, limon ve buz kombinasyonu tam benim ağız tadıma göre.
6 Eylül 2009 Pazar
Ekmek Dolması (mikrodalga fırında)
Ekmek dolması buharda pişiriliyor. Ama ben mikrodalga fırını kullanarak da yapıyorum, çok başarılı ve çok daha çabuk.
Malzemeler
1 adet dolmalık ekmek
250 gram kıyma
2 adet orta boy soğan
1 çay bardağı çiçek veya mısırözü yağı (ekmek içi de kavrulacağı için yağ miktarı fazla)
1 tatlı kaşığı tereyağ
1/2 bardak (mikrodalga için ) veya 3 bardak et ya da kemik suyu. İkisi de yoksa sadece su kullanılabilir.
Maydanoz, dereotu, nane
Karabiber, kimyon, kekik
Tuz
Yapılışı
Afiyet olsun.
2 Eylül 2009 Çarşamba
Pencerede Biber
Bir dönem eşim balkonda domates yetiştirmeyi denemişti, zamanında kızaracak olgunluğa ulaşamadıklarından turşularını yapmıştım.
Benimki gibi küçük ve hava kirliliği altındaki bir balkonda sebze yetiştirmenin verimli olmadığı kesin, sağlıklı olup olmadığı tartışmalı. Çiçek gibi zevk için yetiştirilebilir ancak.
Malum küresel ısınma yaşıyoruz, sularımızı tüketirken dikkatli olmalıyız. Ben çiçeklerden vazgeçemiyorum ama çiçeklerimi sulamada sebze yıkama sularını kullanmaya özen gösteriyorum.
Sulama suyu içindeki biber çekirdeğinden çıkan biber fidesi büyüdü ve 6 adet biber verdi. Bunları toplamıştım, bir hafta sonra yeni biberler verdiğini gördüm. Sizlerle paylaşmak istedim.
Fırında Karnıyarık
Patlıcan en sevdiğim sebzelerden, karnıyarık ise en sevdiğim yemeklerden biri. Patlıcanı kızartmak ise en sevmediğim işlerden. Kızartma yağı kokusuna dayanamıyorum ve çok iyi havalanan yerlerde yapabiliyorum ancak.
Kızartma yapmayı sevmemem karnıyarık yapmamı engellemiyor. Belki lezzeti biraz eksik oluyor, olsun gene de güzel.
Malzemeler:
4 adet ince uzun patlıcan. (özellikle ince olanlar seçilmeli)
200 gr. kıyma
1 orta boy soğan
3 orta boy domates
4 adet sivri yeşil biber
Maydanoz, dereotu, nane
Karabiber, kimyon
Çiçekyağı
Tuz
Yapılışı:
Sebzeler yıkanır. Patlıcanlar kurulanır ve pijama şekline soyulur. Patlıcanın uzunluğuna göre 2 veya 3'e bölünür. Bir yüzünden uçlarından 1 cm kalacak şekilde boylamasına çentik atılır. Patlıcanların her tarafına fırçayla sıvı yağ sürülür. Daha sonra pişirme için de kullanılabilecek kenarlı bir kaba yerleştirilir. Fırını ızgara bölümünde orta hararette kızarıncaya kadar tutulur. Alt üst edilerek alt tarafı da kızartılır.
Soğan ince kıyılır, 2-3 yemek kaşığı yağda pembeleşinseye kadar çevrilir (neden pembe denir ki aslında sararmakla kızarmak arası bir renk). Kıyma eklenerek kavrulmaya devam edilir. İki domates ve bir domatesin içi yemeklik doğranır, kavrulan kıymanın üzerine konur. Suyu çekene kadar pişirilir. Kıyılmış yeşillikler ilave edilir, 1-2 dakika karıştırılarak pişirilir. Ocak kapatıldıktan sonra tuz ve baharatlar eklenir ve karıştırılır.
28 Ağustos 2009 Cuma
Zeytinyağlı Barbunyalı Taze Fasulye
Bütün malzeme düdüklü veya klasik tencereye konur. Soğanlar önceden yağda pembeleştirilmeyip bütün sebzeler birlikte pişiriliyor, bu da yemeğin daha hafif olmasını sağlıyor. Orta ateşde domatesler suyunu çekene kadar kendi suyunda çevrilir. Yağ-tuz ölçüsü ağız tadına göre değiştiğinden vermiyorum. Ama çok yağlı bir taze fasulyenin rahatsız edici olacağını da hatırlatmak isterim. Bu ölçüler için ben 2 çorba kaşığı zeytinyağ koyuyorum. Suyunu çekmiş sebzelerin üzerini yarım santim geçecek kadar sıcak su eklenir. Barbunya su çektiği için sade taze fasulye yemeğine göre daha fazla su koymak gerekiyor. Düdüklünün kapağı kaptılıp yaklaşık 20 dakika pişirilir. Klasik tencerede pişiriliyorsa ara ara suyu kontrol edilip eklenir, kısık ateşde yaklaşık 50 dakika pişirilir.
Taze fasulye piştikten sonra ılıyıncaya kadar tencerede bırakılır (sebzeler sıcakken alınırsa parçalanır, şekilleri bozulur). Ilıdıktan sonra servis tabağına alınıp soğumaya bırakılır. Servis edilirken üzerine rendelenmiş İzmir tulumu serpilir. Afiyet olsun.
Cadılar Dışarıda
Diskdünyada başka bir serüven daha. Diskdünya çok sevdiğim ve Türkçe’ye çevrilen her kitabını okuduğum bir seri.
Diskdünya ile ilk kez bir bilgisayar oyununda tanışmıştım. Bir kitaptan uyarlandığını daha sonra öğrendim. Kitaplarını okurken diskdünyayı hayalimde bilgisayar oyunu çizimleri ile yaşıyorum. Diskdünyanın bizzat kendisini çok seviyorum, A’tuin’i, Ankh-Morpork’u hatta diskdünyanın “ÖLÜM”ünü bile çok seviyorum.
Eleştirmek istediği konuları diskdünyada yaşatıp alaya alan Pratchett şimdi de masalları hedef seçmiş kendine. Diskdünyanın tanınmış cadıları bu kez uzak diyarlara yolculuk ediyor ve acemi peri anneye yardımcı oluyorlar. Araba ve uşaklara dönüşen kabak ve fareler burada farklı bir yol izliyor. Masallara diskdünya gözüyle bakmak hem ilginç, hem de keyif verici.
Kötü Bir Yılın Güncesi
İlk kez bu formatta bir kitap okudum, başka yazarlar da denemiş midir böyle bir formatı bilmiyorum ama Coetzee bunu olağanüstü etkileyicilikte başarmış.
Kitabın kahramanı (İpuçları Coetzee’nin kendisi olduğunu gösteriyor.) günümüz olayları ve kavramlarını irdeliyor ve içtenlikle görüşlerini veriyor. Bazıları alışılmış, çoğunluğu çarpıcı. Hissettiğim ama adlandıramadığım pek çok konuyu benim için somutlaştırmış sanki (bazılarına katılmasam da). Hayran olduğum Rus Edebiyatı ve vazgeçemediğim yazarlar Tolstoy ve Dostoyevski hakkındaki görüşleriyle de beni ayrıca mutlu ediyor.
İlginç olan; aynı sayfada kahramanın entellektüel dünyasını okurken, orta bölümde o anlık düşüncelerini, içinden geçenleri, alt bölümde daktilografının ağzından daktilograf ve sevgilisinin düşüncelerini okuyorsunuz. Üç kişinin görünen ve görünmeyen (üç kişi-altı dünya) dünyalarını izliyorsunuz. Ve bu dünyalar bize o kadar yakın ki…
Coetzee mükemmel bir yazar olduğunu bir kez daha kanıtlıyor ve deneme tarzındaki kitabını roman sürükleyiciliğinde okutmayı başarıyor.
Koloni
Önce çeviriye, imla yanlışlarına takıldım. Sonra klasik Grange sürükleyiciliğine kapıldım. Gene midemin kaldıramadığı iğrençlikler vardı. Ama Grange böyle bir yazar, kitabını okumak istiyorsam bunlara katlanmalıydım. Katlandım da.
Grange’in kitaplarının bilgiye dayanan anlatımı vardır biliyorsunuz. “Kurtlar İmparatorluğu”nda “kına”dan anadoluda yetişen bir bitki diye söz ettiğinde, verdiği bilgilere pek de güvenmemek gerektiğini öğrenmiştim. Bu kitapda da kahramanının ağzından yoğurdu ermenilerin bulduğunu yazıyordu. Benim yoğurdu kimlerin bulduğuna dair sağlam kaynaklarım yok, iddiada bulunamam kimin bulduğuna dair. Ama bizim genel doğrularımızdan farklı olduğu için dikkatimi çekti.
Düdük ermenilerin bir halk enstrumanı, hatta Vangelis’in bir konser kaydında da çok severek dinlemiştim. Bu bizim bildiğimiz düdüklerin (acil durum çağrısı düdükler değil, çocukluğumuzda oyuncağımız olan flütle kaval arası bir yapıda olan düdükten söz ediyorum) orjinali değil mi? Ermenice'de telaffuzu belki "duduk"dur, fakat biz onu düdük diye telaffuz ediyoruz. Türkçeye çevrilmiş kitapda duduk diye okumak beni zorladı. Çok da önemli değil aslında neden takıldıysam.
Peki kitabı nasıl buldum. Ölümcül Çığlığın peşindeki bir nazi ardılının faaliyetleri asıl konu. (“ölümcül çığlık” Kur'an'da geçen "Sayha"yı hatırlattı bana.) Konu ilgi çekici ama olay örgüsü Grange kalitesine göre vasat kalıyor, sıradan bir sonla bitiyor. Başka bir yazarın kaleminden çıkmış olsaydı kitap (Örneğin Dan Brown. O kadar muhteşem bir kutsal kase öyküsünü bu kadar berbat bir şekilde romanlaştırıp mahvettiği için hala yazık edilen muhteşem konuya acırım) umursamazım ama Grange’dan mükemmeli beklememek elimde değil.
14 Ağustos 2009 Cuma
Yapboz "The Swiss Countryside"
6 Ağustos 2009 Perşembe
Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında
Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında Haruki Murakami
Sınırın güneyi anlaşılabilir, güneşin batısı ise beni epeyce düşündürdü.
Sahip olduklarımız neden yetersiz gelir, neden içimizde hep birşeylerin eksikliğini hissederiz. Eksik olana kavuştuğumuzda neden yetmez açlığımızı dindirmeye, neden kurtarmaz bizi yalnızlığımızdan? Onunla anlam kazanmış herşey nasıl birdenbire değersizleşiverir? Bilmiyorum… Az ya da çok herkes yaşıyor olmalı bunları. Yaşananları ifade edebilenler de böyle okunası romanlar yazıyor.
İlişkilerini aleni anlattığı bazı yerleri sevmedim, tiksinti uyandırdı bende açıkçası. Ama bu, romanı okumamı engellemedi. Bukowski’de yaşadığıma benzer bir duygu, tabi onda nefret daha fazla, Bukowski’yi hiç sevmiyorum, yazdıklarından iğreniyorum ama kitaplarını elime aldım mı okumadan bırakamıyorum. Buna benzer bir şey işte.
Kitap, adam ve "Leyla"sı üzerine yazılmış gibiyse de arka plandaki -bütün olanlara rağmen kocasının kendisine dönmesini (fiziksel, düşünsel, ruhsal, her yönüyle) bekleyen- eş de unutulmamalı.
5 Ağustos 2009 Çarşamba
Zahir
Eski kitapçıdan alınmış dolayısıyla yeni okuduğum bir kitap.
Coelho’nun birkaç kitabını severek okumuştum. Ama bu kitapda sıkıldığımı söylemeliyim. Niye konuşmak derdini anlatmak varken, birisi kendi anlasın diye bu kadar beklenir ki. Tekdüzeleşmiş, otomatikleşmiş, sıradanlaşmış birlikteliklerde çıkış yolunu böyle aramaya kalkarsak yandık.
Bilgelik peşinde koşma adına yapılan şeyler bazen beni çok sıkıyor, anlamsız geliyor. Belki yazarın ulaştığı derin anlamlar benim için zahir olamadığı için.
Sıkıldığımı söylemem bu anlamda, yoksa kitap rahatlıkla okunuyor, hatta sonucu merak ediliyor, bazı güzel anlamlar da bulunuyor.
Kırmızı Ayakkabılar
Kırmızı Ayakkabılar klasik bir polisiye, sonunu yaklaşık olarak tahmin etseniz de kendisini merakla, sıkmadan okutuyor.
Venedikli polisin cinayet araştırmasını okurken en çok ilgimi çeken İtalyan bürokrasinin bizimkine benzerliğiydi. Polis komiseri su-elektrik gibi faturaları bütün İtalyanların en az 10 yıl sakladığını, günün birinde kendilerine ödeme yaptıkları halde borç çıkarılacağını bildiklerini belirtiyordu örneğin. Rüşvet, adam kayırma, nüfuz kullanımından bahsetmeye gerek bile yok.
Cep telefonunun kullanılmadığı, klimasız ofislerde buram buram terleyerek çalışıldığı, internetin olmadığı, bilgisayarın nadiratdan olduğu, e-mail’in adının bile geçmediği bu kitap çok eskiden yazılmış gibi bir izlenim bıraktı. Oysa 1994 de yazılmış. Ne çabuk alışmışım yeni teknolojiye, (filmlerin etkisi herhalde) bu kitapta çok eksikliğini hissettim.
Aslında kitapta sorgulanan konu toplumun eşcinselliğe bakışı. İsterse bir avrupa ülkesi, rönesansın doğduğu topraklar olsun, toplumların bu konuya bakışları değişmiyor, bu kitapdan bana kalan işte bu.
29 Temmuz 2009 Çarşamba
Patlıcan Kebabı
Yaz tatilinin bir bölümünde İstanbul’a uğradık. Sevgili Bendigar’ın Gaziantep tatlarıyla da buluştuk. Bu tatlardan biri de patlıcan kebabı. Hiç evde olur mu demeyin. Mahalle fırınımız yok diye bu lezzetden uzak mı kalmalıyız. Çok da güzel pişirmişti Bendigar.
Tam tarif veremiyorum. Belki de tarif lezzetli bir yemek için yeterli değildir. Gaziantep elinin de değmesi gerekebilir.
Kısaca, Köftesi sadece kıyma, tuz ve karabiber ile hazırlanıyor. Patlıcanlar halkalar halinde kalınca dilimleniyor. Bir köfte bir patlıcan şeklinde tepsiye diziliyor. Ortasına kuru soğan, yeşil biber, domates yerleştiriliyor. Çok az miktarda su ve yağ eklenip fırında yaklaşık 2 saat pişiriliyor.
Ellerine sağlık Bendigar…
14 Temmuz 2009 Salı
Kabak Çiçeği Dolması
Hemen zeytinyağlı dolmasını yaptım ege usulü. Öğle yemeğine de kuzenlerim gelecekti ne güzel rastgeldi hiç aklımda yokken. İstanbul'da yaşayan kuzenim çiçek dolmasını görünce çok sevindi ben de bir o kadar mutlu oldum. İstanbul'da hep aradığını ama bir türlü bulamadığını nasıl da özlemle anlattı.
İşte benim çiçek dolmamın tarifi:
Malzemeler:
Kabak çiçeği: 25-30 adet (lütfen alırken dikkat edin, kabağın cinsine göre mi bilemiyorum, bazıları neredeyse dikenli denecek kadar sert tüylü oluyor, bunları almayın)
Pirinç: Her çiçek için bir silme tatlı kaşığı
Kuru soğan: 1 orta boy
Domates: 2 orta boy
1 çay kaşığı şeker
Nane, maydanoz, dereotu
Karabiber, kimyon ve arzuya göre diğer baharatlar
Zeytinyağı
Tuz
Hazırlanışı:
Çiçeklerin yeşil saplarını kesin, ortasındaki tozlaşma organını dikkatlice koparın ve nazikçe yıkayın. 2-3 saat sonra kullanacaksanız çiçekleri iç içe yerleştirerek saklayın.
Soğanı ince ince kıyın. Bir miktar zeytinyağında hafif pembeleşinceye kadar çevirin. Yıkanmış pirinçleri ilave edip birkaç dakika daha çevirin. Ocağın altını kapadıktan sonra pirinçlerin üzerini 1-2 milimetre kaplayacak kadar sıcak su ilave edin. Tencerenin kapağını kapatıp demlenleye bırakın. Pirinç ılıdıktan sonra, çok ince kıyılmış domatesi, yeşillikleri, baharat, şeker ve tuzu ilave ederek dolma harcını hazırlayın. İsterseniz biraz daha zeytinyağı ekleyin.
Çiçeklerin dibindeki 3-4 santimlik kova kısmına çok sıkı olmayacak şekilde harcı doldurun. Açılmış yaprakları ortaya kıvırdıktan sonra uçlarını harcın içine doğru iterek dolmayı kapatın, tencereye dizin. 1 çay bardağı kadar ılık su ilave edin. Orta hararetli ateşde yaklaşık 40 dakika pişirin. Ara ara suyunu kontrol edin, gerekliyse azar azar sıcak su ilave edin.
16 Haziran 2009 Salı
Sulu Köfte (Çorbası) (Ekşili Köfte)
Hafif, hafif olduğu kadar da besleyici bir çorba sulu köfte çorbası. İsterseniz içine küçük doğranmış patates, havuç ve bezelye gibi sebzeler de ekleyebilirsiniz. Ama ben ekşi tadın köfteyle buluşmasında sebzeleri tercih etmiyorum. Sebzeli yaptığımda terbiyeyi limon yerine kese yoğurdu (süzme yoğurt) ile hazırlıyorum.
Malzemeler:
Yaklaşık 150 - 200 gr kıyma
1 çay bardağı pirinç
1 orta boy soğan
1 yumurta
1 tatlı kaşığı salça
1 tutam maydanoz
1 yemek kaşığı tereyağ –istenirse-
1 limon suyu
3-4 yemek kaşığı un
Tuz, karabiber, kimyon
Yapılışı
6 Haziran 2009 Cumartesi
Flaubert'in Papağanı
Brazzaville Kumsalı
Taştan Hüküm
22 Mayıs 2009 Cuma
Gelincik Şerbeti


Nazenin, kırılgan gelincikler kırları doldurdu. Güzel görüntülerine rağmen hassas yapıları onları toplayıp vazomuza koymaktan alıkoyuyor. Mutlaka yerinde izlemelisiniz güzelliğini.
Çocukluğumdan beri gelincikleri gördüm mü mutlaka bir iki gelincik bebek de yaparım ve onları götürürüm yanımda, arkadaşlık ederler bana.
19 Mayıs 2009 Salı
Geceyarısı Çocukları
Salman Ruşdi’nin Gece Yarısı Çocukları adlı kitabını okumayı bitirdim.
Hindistan Pakistan tarihini yakından bilseydim kitapdan daha çok zevk alırdım . Aynı duyguları Kraliçe Loanın Gizemli Ateşini okurken de hissetmiştim. Benim yaşadığım yılları da Eco gibi anlatabilen bir yazar çıksın diye hala umutla bekliyorum, okuması ne kadar zevkli ve dolu dolu olacak benim için. Aslında Orhan Pamuk’a ne kadar da uyardı biriktirdiği eşyaları Masumiyet Müzesinde kullanmamış olsaydı.
Neyse Gece Yarısı Çocuklarına dönmeliyim. Google’dan haritasını bulup Hindistan-Pakistan-Keşmir- Bangledeş yolculuklarını ben de yaptım Salim Sina ile birlikte. Bazı anlatımların derinliğini kaçırdığımı anlıyorum, bildiğim konulardaki ironiyi keşfettiğimde.
Sürekli düşünerek okumak gerektiği için beni zaman zaman zorladı, ama okumayı sürdürmenin ödüllerini de verdi. Her insan düşünceleriyle, duygularıyla, yaşamıyla ülkesinin prototipiymiş meğerse.
Salim Sina’nın kendini unuttuğu bölümlerdeki 3.kişi ile Salim Sina’nın anlatışı geçişleri "Ruşdi gerçekten de güçlü bir yazarmış" dedirtti bana. Kesinlikle 2. hatta 3. kez okunmamı hakediyor bu kitap, daha iyi anlayıp daha çok zevk almam için.
15 Mayıs 2009 Cuma
Kitaplar, hayat onlar olmadan ne sıkıcı
Yaban Koyununun İzinde
Koyunlar, arkasındaki dağlar, çok basit anlatılmış, ama bu manzara düşüncemde öyle bir yer etti ki orada olmayı düşledim.
Konu bir dedektiflik öyküsünü çağrıştırsa da insanların kısırdöngülerini, kırıp aşamadıkları tutsaklıklarını anlatıyor.
Bana göre çok güzel, okunası bir kitap. Bu yazar ve kitabıyla tanıştığıma çok memnunum.
Zeytinyağlı Yerelması
Zeytinyağlı Taze Bakla
Malzemeler:
1/2 kg taze bakla
1 adet orta boy soğan
1 demet dereotu,
1 çay kaşığı toz şeker
1 silme yemek kaşığı un
1/2 adet limonun suyu
Zeytinyağı
Tuz
Hazırlanışı:
Baklalar ayıklanır yıkanır. Soğan doğranır. Yağ, tuz, şeker, limon suyu, un ile birlikte tümü düdüklü tencereye konur. Orta ateşte hepsi birlikte hafifçe çevrilir. 1/4 çay bardağı ılık su eklenir. 20 dakika kısık ateşde pişirilir. Piştikten sonra daha sıcakken kıyılmış dereotlarının yarısı tencereye konur, karıştırılır ve dereotlarının biraz yumuşaması sağlanır. Kalan dereotu ve yoğurtla servis edilir.