14 Ağustos 2014 Perşembe

Izgara Kabak Salatası


Salata dediğime bakmayın, bir tabakta bir öğünlük yemek oldu bize. Hem de yaz sıcakları ile dost bir yemek...

Neler kullandım:
2 adet sakız kabağı
Bal kabağı, yaklaşık bir sakız kabağı büyüklüğünde bir parça
2 dilim ekmek
2 dilim beyaz peynir
Bir tutam maydanoz, nane, dereotu
1 diş sarmısak
1 limonun suyu
2 çorba kaşığı sızma zeytinyağı
İri çekilmiş karabiber
Tuz

Nasıl yaptım:
Kabakları boylamasına ince ince dildim, ekmekleri küp küp doğradım, ızgarada kızarttım.

Samısağı tuzla iyice ezdim. Limon suyu, zeytinyağı, karabiber ve kıyılmış yeşilliklerle karıştırarak bir sos hazırladım. Izgarada kızarmış ekmek küplerini bu sosun içine koyarak harmanladım. Ekmekleri karışımdan alarak servis tabağının ortasına yerleştirdim. Izgara kabakları üzerine koydum. Beyaz peyniri elimle ufaladım. Kapta kalan sosu kabakların üzerine gezdirdim.

Afiyet olsun....

12 Ağustos 2014 Salı

Karpuz Pizza


Çocuklar görmüş nette dolaşırken karpuz pizza resimlerini. Bana da telefon ekranından gösterdiler. Tarif yoktu, benim de tarif aramaya mecalim. Kendimce bu karpuz pizzayı uydurdum. Sonra nete kavuşunca baktım bloglara, pek çok karpuz pizza tarifi vardı. Peynirli maydanozludan üzerine çilek reçeli sürülüp meyve serpiştirililenine kadar. Benimki de jöleli karpuz pizza olarak yer alsın sayfalarda.

Kolay olmadı yapmam, hayalimdeki gibi de olmadı. Karpuz pek gevrekti, bıçağı gördüğü anda çatladı kabuğu, şöyle gönlümce güzel bir yuvarlak çıkaramadım. Eğri büğrü, inişli çıkışlı birşey oldu. 

Çekirdekleri çıkarmalıyım diyince de göçükler oluştu yüzeyde. Üstteki çekirdek boşluklarına fındık yerleştirerek doldurmaya çalıştım ama içtekiler çökmeye devam etti. 

Evde şeftali ve üzüm vardı, onları da keserek fındıkların yanına dizdim. Üstüne jöle dökersem meyveler oynamaz yerinden diye düşündüm. Jöleyi tarifine göre yarım ölçü olarak hazırladım. Hafif kıvam almaya başlayınca karpuzun üzerine döktüm. Karpuzu yerleştirdiğim kap tam karpuz yuvarlağı boyutunda olmayınca kenarlardan aktı doğal olarak. Katılaşınca akan jöleleri kesip çıkardım.

Duzdolabında soğutup jöle donar donmaz dilimleyip  yemek gerekiyor. Kalan dilimlerde karpuz sulandığı için jöle de yerinden oynadı. Karpuzu ayrı jöleyi ayrı yemek gerekti. 

Sanırım en güzel yeme şekli küçük üçgenlere kesip yeşilinden tutarak ısıra ısıra yemek.

Afiyet olsun...

5 Ağustos 2014 Salı

Börek - Malzeme değerlendirmece


Eşimin mutfağa ilgisi devam ediyor. Blogları dolaşıp tarif alıyor. Evde krem peynir yapımı önerisi okumuş. Lor peyniri krema ile çırparak kahvaltılık ekmeğe sürmelik peynir hazırlamış. 

Tuzsuz lor peyniri ve çiğ kremanın dayanma süresi uzun değil. Yaptığı miktar da kısa sürede tüketilmeyecek kadar çok olunca, bir kısmını börek yapımında kullanmaya karar verdim. Ortaya bu börekler çıktı.

Neler kullandım
Yaklaşık 500 gram kadar lor ve krema karışımı
4 çorba kaşığı sıvı yağ
1 su barağı süt
4 adet hazır yufka
Kıyılmış nane, maydanoz, dereotu, hepsi toplam bir kase kadar
2 yumurta
1-2 çorba kaşığı galeta unu

Nasıl yaptım
Lor-krema karışımına süt, sıvı yağ ve kıyılmış yeşillikleri ekleyip karıştırdım.

Bir yufkayı tezgaha açtım, tüm yüzeyine kolay sürülebilir haldeki harçtan sürdüm. Üzerine ikinci yufkayı koydum, yine harç sürdüm. Yufkayı sararak rulo haline getirdim. Aynı işlemi diğer iki yufka ile tekrarladım.

2 saat kadar buzdolabında beklettikten sonra yaklaşık 3 santim uzunluğunda kestim.

Fırına girince krema kestiğim yerlerden akmasın diye bir çeşit mühürleme yaptım. 2 yumurtayı beyazı ve sarısı karışık olacak şekilde çırptım. Kestiğim böreklerin her iki ucunu önce  yumurtaya  sonra galeta ununa batırararak yağlı kağıt serdiğim tepsiye dizdim. Kalan yumurtayı da fırça ile üzerlerine sürdüm.

200 derecede 50 dakika pişirdim. Dışı çıtır, içi yumuşak, puf puf börekçikler oldular.

Afiyet olsun...


4 Ağustos 2014 Pazartesi

Prag Mezalığı

 

Prag Mezarlığı - Umberto Eco

Sevgili Mine, kitapları hatırlatınca son okuduğum kitapları blogumda paylaşmadığımı fark ettim. 

Her ne kadar yemek ağırlıklı olsa da burası bir günlük, tarif vermek için değil de yaptıklarımı paylaşmak için. Bir fikir alıp da uygulamaya koyan olursa benim için mutlu olacağım bir artıdır bu, fakat amacım değildir kesinlikle tariflerimin kullanılması. Öyleyse gönül rahatlığıyla paylaşabilirim pişirdiklerimi, okuduklarımı, izlediklerimi.

Kitap deyince, çok uzun zamandır okuduklarım sadece roman. Akademik çalışmalar değil ama günlükleri, gezi yazılarını, toplumsal yönelişleri anlatan kitapları da severek okurdum ama ne olduysa romanlara hapsoldum son yıllarda.

Prag Mezarlığı nerdeyse bütün Eco romanlarında olduğu gibi geniş bir arkaplanı barındırıyor. Sıradan bir yazar olsaydı oldukça yoğun bir bilgi bombardımanı altında kalırdık romanlarını okurken. Eco bombardıman altında olduğumuzu fark ettirmeyecek şekilde yazıyor, düz bir roman gibi okuyabiliyorsunuz, didaktik anlatımlarla bunalmadan. Ama maalesef bunun da olumsuz yönleri var.

Arkaplandaki siyaseti, sosyolojiyi, o günlerin tarihini bilmeyince romanın ince zevklerinden mahrum kalınıyor. Aman atlamayayım kaçırmayayım diye google başından kalkmayınca da roman mı okuyorum, araştırma mı yapıyorum derken buluyorsunuz kendinizi. Her şeye rağmen bir eliniz kitabı tutar, diğer eliniz klavyede dolaşırken bile anlayamayıp atladığınız ne çok şey olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz Günah Şehri'ni okurken olduğu gibi. Çünkü yine gerçek olaylar ve gerçek şahsiyetler arasında yaşıyorsunuz romanda.

Gülün Adı veya Foucault Sarkacı'ında geniş bir dipnot  hazineniz var. Kimini yazar, kimini çevirmen koymuş. Dipnotlara bakmak da dikkat dağıtsa bile, google başında olmaktan çok daha iyi. Ama bu kitapta Boudolino'da olduğu gibi dipnotlar yetersiz,  olayın geçtiği zamanı tanıtan önnot yok, son notlar hiç yok. Sanki hiç özenilmeden basılmış satışa sunulmuş. Ecoseverler alır nasıl olsa diye sadece ticari olarak bakılmış, kitapsever bir yayıncının elinden çıkmamış gibi. Orjinali nasıldır bilmiyorum, Gül'ün Adı için çevirmenler için bir rehberi vardı Eco'nun, o da mı aldırmaz oldu böyle ayrıntılara acaba?

Eco tarzı diye bir şey var ama her kitabı da aynı tarz değil. Boudolino veya Önceki Günün Adası gibi düşünün bu kitabı. Çözeceğiniz bir düğüm, ulaşacağınız bir son yok, yaşananlara tanıklık etmeniz istenmiş sadece. Yaşananlar ne derseniz;

En azından benim bildiğim kadarıyla 4.000 yıllık geçmişi olan bir nefretin 19.yy da yeniden şekillendirilmesini yaşıyorsunuz kitapta. Çift kişilikli psikiyatrik sorunları olan anti-kahramanın günlükleri bize yol gösteriyor neler olduğunu anlamamız için. İtalya birliğini kurmaya, Rusya ekonomisini kurtarmaya çalışırken, Fransa'yı çürümüşlük sarmışken, casuslar ve komplocular için mükemmel bir ortam. Araya serpiştirilmiş yemek tarifleri, aşksız roman mı olur diyecekler için son sayfalarda kendine yer bulmuş bir kadın. Ama kadın aşk için mi yoksa Freud'a değinmeden 19 yy Avrupa'sı eksik olacağından mı anlayamadım.

Şu son günlerde insaniyetin ayaklar altında ezildiği Gazze-İsrail savaşı yaşanırken bu kitaptan alınacaklar ilginç olacak. Unutulmamalı ki yanlış bilgilendirme, gerçek dışı algı yaratma, yönlendirme, düşmanlık yaratma neredeyse her millet için her millet tarafından kullanılıyor. 

Artık belli bir yaşa geldiğim için şaşırmıyorum, hayal kırıklığına uğramıyorum, komplolarla yönlendiriliyoruz diye hayıflanmıyorum. Eco'nun İtalya'sı, Fransa'sı, Rusya'sı, Almanya'sı da yıllarca kafamda oluşan algıyla hiç çelişmeyen yeni bilgiler verdi. Bilgilerin yanı sıra Eco anlatımını bir kez daha tattırdı bana.

İyi okumalar...


3 Ağustos 2014 Pazar

Tatil Devam Ederken...


Çocukların gençlerin gelecekten beklentileri benim zamanımdan çok farklı. Ben korkardım hala da korkuyorum yeşilini suyunu, havasını kaybetmiş beton bir dünyadan. Oğlum beton dünyalar çiziyor, bir tek yeşilin kalmadığı, bütün canlıların öldüğü. Ona doğal mı geliyor o dünyaya doğru sürükleniş yoksa korkularının yansıması bilmiyorum. 



Korkularıma rağmen beyaz zemine karakalemle çalakalem çizilmiş eğri büğrü binalar yığınının garip bir çekiciliği var benim için. 


Yıllardır kaktüslerimizi büyüten galvaniz mini saksımızı beyaza boyadık. Sonra oğlum distopik gelecekten bir kesit yerleştirdi üstüne. Saksının desenine tezat her koşulda yaşamayı başarmaya azmetmiş bir sukulent diktik içine. Herşeye rağmen dünya yeşilini kaybetmeyecek dercesine...

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Haşlanmış Mısır

Yaz sıcaklarında bir öğünü haşlanmış mısıra ayırmaya ne dersiniz?

Öyle bardaklarda lezzet üstüne lezzet eklenerek sunulanlardan değil, anam babam usulu haşlayıp, ısıra ısıra yiyerek alınan mısırın sade lezzetine davet ediyorum sizi. 

Bazen o kadar çok çeşni ekliyoruz ki yiyeceklerimize, onların saf lezzetlerinin tadına varamaz oluyoruz. Ben saf lezzetleri özleyenlerdenim. Tereyağı taklitlerine bulanarak değil, mayoneze hiç değil, sadece haşlanan veya sadece közlenen, hindiye mısır, mısıra darı dediğimiz zamanlardaki gibi yemeyi istiyorum mısırı. 

Ne kadar değişti herşey, şimdi darı dediğimizde müstehzi müstehzi gülümsüyor insanlar. Binbir çeşit lezzete bulamayınca ağız tadından yoksun görüyorlar. Sadece insanların bakışı değil, mısırlar da değişti elbette. Acaba GDO mu korkusu içimizi yerken uzanıyoruz mısırlara.

İçimi dökmek için kullanıyorum blogumu arada sırada böyle, aldırmayın siz bana. Yarın bol yağlı, bol mayonezli, ıvır zıvır katkılı birşeylerin tarifini de veririm. Hoşgörün, ben de bu dünyada yaşıyorum.

Ama gelin bugün, mısırı eskisi gibi yiyelim. Katkısız, lezzet eklemesiz. Böbrekleri korumayı ağız tadından üstün tutabilenlerdenseniz tuz bile eklemeyin. Köz bulmak zor, düdüklü tencere kolay. Haydi o zaman haşlamaya geçelim.

Mısır püskülleri rahatsız eder mi sizi? Beni rahatsız etmez ama çocuklar sevmiyor. Mısırın kabuklarını soyarken püsküllerini de koparalım. Kalan minikleri yok etmek için de ateşte alazlayalım, ütüleyelim bir nevi. 

Yıkamış mıydık? Yıkayalım güzelce, sonra düdüklüye yerleştirelim. Birkaç tane de yaprak koyalım.  Su, isterseniz biraz da tuz ekleyip haşlayalım bir saat kadar.

Püskülleri ne yaptınız? Evdeki çaputlardan uydurulan bebeklerin saçı olurdu kurumuş mısır püskülleri çocukken. Uhuyla yapıştırıp kafalara ister örer, ister salık bırakırdık. Şimdi bebek oynamıyorum ama mısır püsküllerini iyice yıkayıp kurutup çay olarak içebiliyorum gerektiğinde.

Geldi sıra mısırları yemeye. Dişleriniz nasıl? Isıra ısıra yemeyi unuttuk. Kibarlık yapalım derken dişlerimiz de gücünü kaybetti. Tabi ki şapırdatmayalım ağzımızı, parçalar saçmayalım etrafa, homur homur yemeyelim ama dişlerimizin de hakkını verelim. 

Dişlerimizin arasına parçalar mı giriyor, bırakın girsin. Onlar girerken de çıkarırken de dişlerimiz esaslı bir temizlik görmüş olacak.

Süt darı aramayın, varsın zarları kalın olsun, biraz dişimize gelsin. Barsaklarımızı temizleyecek o posalar, rafine yiyeceklerin zemin hazırladığı hastalıklardan koruyacak.

Koçanda bir tek mısır tanesi kalmayana kadar...
Afiyet olsun....

1 Ağustos 2014 Cuma

Muhallebili Milföy Bohçası

Milföyün tuzu, muhallebinin şekeriyle tatlıtuzlu bir lezzet...
Soğuk ama çıtırlığını kaybetmediği sınırlı bir zaman diliminde tüketilmesi iyi oluyor. Yumuşamadan hemen yenilmesi gerekiyor yani. 
Milföyleri dikdörtgen kesip üzerine baskı koymadan, çatalla delmeden kabarabildiği kadar kabarmasına izin verip, piştikten sonra katları ikiye kesip arasına muhallebi koyuyordum ama bu kez bohça yapmayı denedim. Lezzet aynı kalsın ama şekil değişsin istedim.

Neler Kullandım:
12 kare hazır milföy hamuru
2 su bardağı süt
2 çorba kaşığı un
1 çorba kaşığı nişasta
4 çorba kaşığı toz şeker
1 paket vanilya
80 gram beyaz çikolata
100 ml krema
Yarım su bardağı dövülmüş badem-fındık karışımı


Nasıl yaptım:
Süt, şeker, un ve nişastayı koyu bir muhallebi olacak şekilde pişirdim. Ocağı kapadıktan sonra kırdığım çikolatları ekleyip eriyene kadar karıştırdım. Vanilya,  fındık-badem ve kremayı ekleyerek tamamen karışana kadar elde çırptım.

Milföyleri bir kalıba yerleştirdim. Çukur kalan yerlerine muhallebi koyup, milföyün kenarlarını bohça gibi kapattım.

200 dereceye ısıtılmış fırında 15 dakika pişirdim. Kabaran milföy tabanını düzleştirmek için bir tepsi ile bastırarak 5 dakika daha pişirdim.

Oda sıcaklığına ulaştıktan sonra milföy bohçaları kalıptan çıkardım. Bir dilim şeftali üzerine yerleştirdiğim bohçaların üzerine pudra şekeri serperek servis yaptım.

Afiyet olsun...

31 Temmuz 2014 Perşembe

Sebzeli Erişte, Tavada Tavuk Eşliğinde


Bir öğünü bir tabakta sunmayı tercih ettiğim günler az değil. Daha kolayıma geliyor. Herşeyi karıştırarak yemekten pek de rahatsız olmayan bir ailem olunca işim daha kolaylaşıyor. 

Makarna, sebzeler ve tavuk aynı tabağa girdi bu öğünümüzde.

İki adet tavuk göğsünü kalın şeritler halinde kestim.
1 çorba kaşığı zeytinyağı,
1 çay kaşığı kekik,
1 çay kaşığı acı kırmızı pul biber,
Yarım çay kaşığı köri,
Yarım çay kaşığı tatlı kırmızı toz biber,
1 limonun ince rendelenmiş kabuğu,
Yarım çay kaşığı tuz,
ile tavukları iyice karıştırıp buzdolabına kaldırdım.

 
1 büyük boy kuru soğan
1 büyük boy kabak
2 orta boy havuç
1 tatlı kırmızı biber
1 orta boy pancar
yıkadım, biber hariç diğerlerini uzun rende ile rendeledim, biberi enine şeritler halinde kestim.

Yarım çay bardağı çiçek yağı içinde sırasıyla ekleyerek soğan, havuç, kabak ve biberi kavurdum. Üzerine karabiber çektim değirmenden. Sebzeleri bir kaba alıp yağını yine aynı tencereye süzdürdüm ve pancarları kavurmaya başladım. Pancarı diğer sebzeler ile karıştırırsam hepsini boyayacaktı ama ben tek renkli bir makarna istemiyordum.

500 gram erişteyi 3 litre kadar kaynayan tuzlu suya attım. Hafif diri kalacak şekilde piştikten sonra süzüp pancar hariç sebzelerimle karıştırdım.

Buzdolabında marinasyonu tamamlanmış tavukları, çok az yağladığım kızgın tavaya atarak önlü arkalı kızarttım.

Tabaklara erişteleri dağıttım, üzerlerine birer kaşık kavrulmuş pancar rendesi koydum, kızarmış tavukları da ilave ederek servis yaptım.

Yemeğin ilerleyen dakikalarında pancar erişte ile karışarak o güzelim rengi ile boyamaya başladı yemeği.

Afiyet olsun...

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Sade Kabak Cipsi - Keçi Yoğurdu Eşliğinde


İyi Bayramlar...
Bayram tatlılarından bunalan var mı? Ben daha ilk ziyaretin ilk ikramının ardından başlarım bunalmaya. Ev sahibini kırmamak için ikramları tamamıyla geri çeviremem ama hatır için çiğ tavuk yemek gibi desem abartmış olmam durumumu. 

Bayram ikramlarımda tatlı sevenler için tatlı ikram ederken benim gibi tatlıdan rahatsız olanlar için de tuzlu seçeneği sunarım mutlaka. Bloguma iyi bayramlar demek için uğramışken de tatlı değil, tuzlu bir atıştırmalık getirmemin sebebi de bu.

Basit, kolay bir atıştırmalık kabak cipsi. Kabak sevmeyenler bile birkaç tane atabilir ağzına kabak tadı hissetmeden. Basitçe yaptım kabak cipslerimi, yumurtasız, galetasız, sütsüz, peynirsiz. Ama yanında keçi sütünden tuzlu yoğurdum var.

Bizim evde yoğurt yapmaya eşim meraklıdır. Çocuklarımız bebekken de o yapardı. Şimdi de ara ara yapmayı sürdürüyor. Bir süredir Antakya'nın meşhur tuzlu yoğurttan yapmayı  aklına koymuştu. Köyden keçi sütü bulunca projesini uygulamaya geçirdi. Önce sütü kaynattıktan sonra yoğurt mayaladı. Ertesi gün yoğurdu ocağa aldı, tuz ekledi ve suyunu uçurup süzme yoğurt kıvamına gelene kadar karıştıra karıştıra pişirdi. 

Tuzlu yoğurt sabah kahvaltılarımızın sevilen lezzeti. Kabağa çok yakıştırdığım taze nane ile karıştırdığım tuzlu yoğurt kabak cipsinin de eşlikçisi oldu.

Neler Kullandım
2 adet uzun girit kabağı (Sakız kabağından da olur ama sarı cipslerin kenarında koyu yeşil görüntü daha hoş göründüğü için girit kabağını tercih ettim)
1 çorba kaşığı zeytinyağı
Birkaç fiske tuz 

3 çorba kaşığı tuzlu keçi yoğurdu
1 avuç taze nane

Nasıl Yaptım:
Kabakları yıkayıp ucunu kestim. Rendenin cips tarafı ile en fazla 2 mm kalınlığında olacak şekilde kestim. Kabakların çok ince olan kısımları fazla kızarıp kavruluyor. Mümkün olduğunca hepsinin eşit kalınlıkta kesilmesine dikkat etmek gerekiyor.

Kabakları bir süzgece aldım, üzerine bir iki fiske tuz serpip iyice karıştırarak tuzun bütün kabaklara değmesini sağladım. Kabak piştikten sonra yerken rahatsız etmeyecek miktarda tuz koymak gerekiyor. 

Tuzlanmış kabakları 15-20 dakika bekleterek suyunu salmasını ve süzülmesini sağladım. Havlu kağıt ile hafifçe dokunarak kabakların üzerinde kalmış suyu da aldım. Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine 2 kattan fazla olmayacak şekilde yaydım.

Kabakların üzerine bir çorba kaşığı zeytinyağı gezdirdim ve fırça ile hepsinin üzerine yaydım.

Önceden ısıtılmış 170 derece fırında kuruyup kızarana kadar 40 dakika kadar pişirdim. Fırından çıkarmadan 5 dakika öncesinde üzerlerine toz kırmızı biber serptim.

Naneyi ince kıydım ve tuzlu yoğurtla karıştırdım, cipslerle birlikte servis yaptım.

Afiyet olsun...


25 Temmuz 2014 Cuma

Fırında Kompir


Patatesin adı bizim köyde kompirdir. Kompirin kızartması, yemeği, közlemesi yapılır ama bunlara özel bir ad verilmez.

Ekmek fırınına patlıcanlarla birlikte atılır bazen, bazen de yemek piştikten sonra odun ocağında kalan son közlerin içine. Şehirde odun ocağı kullanılmazdı ama annem sobadaki közlerin içine gömerek yapardı közde patatesi. 

Yıllar sonra fırında közlenmiş patates kumpir adıyla çıktı karşımıza. Önce garipsedim kompire kumpir denmesini. Hangisi doğrudur bilmem, zaten bu isimlerde doğruluk aramak da pek anlamlı değil. Her yöre kendi ağzına uyan şekilde yeniden düzenlemiş pek çok sözcüğü.

Kumpir bizim köz kompirimize benziyordu ama çok daha zenginleştirilmişti, çoğu da bize sonradan girmiş tatlarla. Közde patatese peynir, tuz, zeytinyağı üçlüsünden başka lezzetlendirici koymazdık biz. Ketçapın, mayonezin, rus salatasının adını bile duymamıştık. Sosise etin yenmeyecek artıklarından yapılan yiyecek gözüyle bakar, hiç beğenmezdik. Ne içine turşu koymak geçerdi aklımızdan, ne de mısır. Aynı köze atılmış mis gibi darıları koçanından dişleye dişleye yerdik.

Kumpirin zengin tatlarıyla tanışıp çok sevince evde de başladım kompirlerden kumpir yapmaya. Mikrodalga fırınım vardı ve kompirler 15 dakika içinde kumpire dönüşüyordu. Yıllarca bana hizmet ettikten sonra malulen emekliye ayrılan mikrodalga fırınımın yerine yenisini almayınca kumpirsiz kaldık.

Bir kaç defa normal fırında denedim ama pişirmenin saatlerce sürmesi, harcanan onca elektrik ve a la minute bir yemek için o kadar beklemek hiç cazip olmayınca vazgeçtim. Bir kere de önce biraz haşlayıp sonra fırınlamayı denedim ama susuz pişen kumpir lezzetini yakalayamadım. 

Meğerse ben yanlış pişirme uyguluyormuşum. Geçenlerde Refika'nın Mutfağında dolaşırken öğrendim çabuk pişirme yöntemini. Patateslerimi aluminyum folyoya sarıp fırının orta rafına yerleştirdiğim ızgaranın üzerinde pişmeye bırakıyordum. Refika gibi uygulayınca eski pişirme yönteminin yarısı kadar sürede pişti patateslerim.

Neler kullandım:
Kumpire uygun büyüklük ve şekilde patates
Aluminyum folyo
İçine koymak için evde uygun ne varsa


Nasıl yaptım:
Fırını 250 dereceye ayarladım.
Patateslerimi yıkadıktan sonra iki yerinden çatalla deldim. Aslında gerek yok ama patlarsa korkumu yenemiyorum.
Aluminyum folyo ile her bir patatesi sardım
Patatesleri fırın tabanına dizdim.
Fırın tepsisini ters çevirerek patateslere değecek şekilde üzerlerine yerleştirdim. Bu şekilde hava ile değil de hem alttan hem üstten sıcak levhalara değerek daha çabuk piştiler.


45 dakika pişirdikten sonra bir kürdan batırarak ortasına kadar pişip pişmediğini kontrol ettim. Yaptığım iki denemede de bu süre yeterli oldu. Patates büyüklüğüne göre süre değişebilir, mutlaka pişme kontrol edilerek süreye karar verilmeli.

Pişme yeterli olsa bile kabukların iyice kalınlaşması, kızarmanın patatese kadar ilerlemesi isteniyorsa 1 saat tutmak gerekiyor ama sadece pişmesi yeterli denirse daha kısa.

Patatesleri fırından çıkarıp folyosunu açtım. Ortadan ikiye bölüp kaşıkla içlerini hareketlendirdim. Tereyağı ve peynir rendesi ile karıştırıp düzleştirdikten sonra, üzerine  herkes arzusuna göre birşeyler ekledi.

Afiyet olsun...

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Sebzelikte Kalanlar



Ramazan bile olsa sofralarım hep mükellef olmuyor. Mükellef de olmamalı zaten. Oruç tutan çocuklara onların seveceği yemekler hazırlamak güzel elbette ama Ramazan'ın iftar boyutunu makul ölçülerde tutmak en iyisi sanırım.

Ana yemeğim sebzelikte kalanlardan ibaret, yanına da koruk ekşili bamya pişirmek için aldığım koruktan artan koruk suyu ile bolca salata. İftariyelikler de var, daha ne olsun?

Neler kalmış sebzeliğimde?
3 tane havuç
1 büyükçe patates
1 kabak
3-4 tane yeşil biber

Nasıl yapmışım?
Bütün sebzeleri küçük küpler şeklinde doğrayıp, zeytinyağında önce havuçları çevirmişim, üstüne patatesi ekleyip çevirmeye devam, sonra kabak, sonra da biberler. Hepsi yenebilecek kıvama gelince biraz tuz, biraz da karabiberle lezzetlendirmişim. Güzel pek lezzetli de proteini eksik bu sofranın.

Sebzeleri bir fırın kabına almışım. 3 de yumurta kırıp bir kaba, çırpmışım biraz. Sonra sebzelerin üzerine gezdirmece. Küp küp kesilmiş beyaz peynirler de serpilmiş ve doğru fırına...

Yumurtalar katılaşıp, peynirler biraz kızarınca fırından sofraya sıcak sıcak...


Sebzelikte kalanlar bunlar değil sadece. Bir kaç marul yaprağı, bir salatalık, bir domates, bir kaç turp, bir kaç dal kekik derken koca bir tabak da salata olmuş. Üzerine de leziz mi leziz koruk suyu ve birkaç tane de koruk. Biraz tuz, biraz zeytinyağı...

Afiyet olsun, Kadir Gecemiz mübarek olsun...



20 Temmuz 2014 Pazar

İki farklı Kabak Salatsı - Çiğden ve Pişmiş


Pazarlarda bebek kabaklar boy gösterdiğinden beri aklımdaydı çiğ kabak salatasını denemek. Bu haftasonu aldığım yarım kilo bebek kabağın irice 4 tanesini çiğ salata için ayırdım, kalanını yine bildik usul haşlama yoğurtsuz salatada kullandım.

İrice dediğime ve resimlerde büyük göründüğüne bakmayın, boyları 5-8 santim arası, kalınlıkları da 1 santim civarında. Haşlamada önemli değil ama çiğden yaparken çekirdek geliştirmemiş kabakların kullanılması veya kabağın çekirdekli kısmına kadar alınması, çekirdekli bölümün kullanılmaması öneriliyor.

Çiğ kabak salatası deneyimimiz nasıldı derseniz, çiğ kabak olduğunu söylemedim kimseye. Salatalık olduğunu düşünülerek seve seve yendi. Benim düşünceme gelince, salata menümüzde  daimi olarak yer almaz ama arada bir değişiklik olsun diye yaparım.

Çiğ Kabak Salatası

Neler kullandım:
4 adet bebek kabak
Yarım limonun suyu
1 limon kabuğu rendesi
2 diş sarmısak
Yarım kahve fincanı kadar zeytinyağı
Karabiber, tuz
2 adet taze soğan
Az miktarda nane, dereotu, maydanoz
İzmir tulumundan 8-10 parça yonga

Nasıl Yaptım:
Patates soyacağı ile kabakları yongaladım, derince kapaklı bir kaba koydum.

Sarmısakları ezdim.  Limon suyu, limon kabuğu rendesi, zeytinyağı, karabiber ve tuzu güzelce karıştırdım. Kabakların üzerine döktüm ve karıştırarak her tarafının sosa bulanmasını sağladım. Bir gece boyunca buzdolabında beklettim.

Ertesi gün ince kıyılmış taze soğan ve yeşilliklerle birleştirip servis tabağına aldım. Yine patates soyacağı ile hazırladığım İzmir tulumu yongalarını üzerine serpiştirdim.

Afiyet olsun...

Haşlama Yoğurtsuz Kabak Salatası


Neler kullandım: 
Yarım kiloya yakın bebek kabak
Bir limonun suyu
Bir dilim bayat ekmek içi
2 diş sarmısak
Taze nane yaprakları
Yarım çay bardağı kadar zeytinyağı
Toz kırmızı biber, tuz

Nasıl yaptım:
Kabakların kabuklarını yer yer kazıyarak alacalı renk vermeye çalıştım. Her bir kabağa boylamasına derince dörder adet kesi yaptım, daha sonra sosunu içine alabilmesi için.

Kaynayan suya atarak 7-8 dakika haşladım. Sarmısakları dövdüm, ekmek içini ufaladım, naneleri kıydım ve tüm sos malzemesini karıştırdım. 

Kabakları kaynayan sudan alıp servis tabağına dizdim ve sıcak sıcakken sosunu döktüm. 2-3 dakika sonra kabakları alt üst yaptım. Ilık veya soğuk yenmek üzere servise hazır oldular.

Afiyet olsun...

18 Temmuz 2014 Cuma

Fırında Limonlu Patlıcan


Orjinal tarifi burada gördüm. Patlıcan ve ekşiyi de çok yakıştırırım, ekşili patlıcanı da çok severim. Bu tarzda pişirilmiş patlıcanın ana yemeklerin yanına bir eşlikçi olabileceği gibi, tek başına da hafif bir öğün olacağını düşündüm. 

Topan patlıcan ile daha bol içli, daha güzel olur ama ben dayanamayıp kemer patlıcanlarıma uyguladım tarifi. Birebir ölçüleri yukarıdaki linkden alabilirsiniz, ben kullandığım miktarları yazıyorum. Tarifde derin fırın kabına yerleştirmeyi öneriyor, nedeni de çok mantıklı ama benim derin fırın kabım yoktu.

Neler kullandım:
3 adet kemer patlıcanı
2 adet limon
3 diş sarmısak
Dereotu (Tarifdeki taze kekik  ama evde olmayınca dereotu ile değiştirdim.)
Yarım çay bardağı zeytinyağı
Karabiber, tuz

Nasıl yaptım:
Patlıcanları yıkadıktan sonra, sapı kalacak şekilde yeşil kısımlarını biraz traşladım.
Üstte patlıcanın üçte bir, altta üçte ikisi kalacak şekilde ortanın biraz üstünden  boylamasına bir kesi yaptım. Sap kısmına 1-2 santim kalacak şekilde kestim ki patlıcan iki parçaya ayrılmasın. Kalın olan kısım alta gelecek, alt taraf daha kolay pişeceği için.

Bir limonu yuvarlak dilimler halinde kestim. Diğer limonun suyunu sıktım.

Sarmısakları da boylamasına 3-4 parçaya kestim.

Limon suyu, zeytinyağı, tuz ve karabiberi çırptım. Patlıcanın kesilmiş yüzlerine bu karışımdan sürdüm ve 2-3 parça sarmısak batırdım. Limon dilimlerini ve dereotunu yerleştirdim. Kalın kısım alta gelecek şekilde bir fırın kabına yerleştirdim. Etraflarına birkaç parça biber koydum. Artan karışımdan üzerlerine gezdirdim. Kabın üzerini aluminyum folyo ile kapatıp 250 derecede ısınmış fırının en alt seviyesine koydum. Yaklaşık 40 dakika sonra folyoyu kaldırdım, ve ızgara konumunda 5-10 dakika daha pişirdim.

Bir çeşit ekşili patlıcan közlemesi gibi oldu tadı. Limon sayesinde dilinen bölümler bembeyaz kaldı. Kaşıkla içini kazıyarak yenebilir ama kabukları da yenebilecek şekilde pişmişti. Ekşili yağ içinde pişmiş biberlerin lezzeti bir başka güzeldi.

Afiyet olsun...

17 Temmuz 2014 Perşembe

Taze Acur Dolması



Yuvarlak acurlardan kıymalı dolma yaptım. Genelde tercihim zeytinyağlıdır ama kıymalı dolma yapınca bahaneyle evde et yenmiş oluyor.

Acurlarımın dışı dolma olurken içi de serin bir cacığa dönüşüp dolmanın lezzetini tamamladı.

Neler kullandım:
10 adet orta boy yuvarlak acur
2 adet orta boy soğan
150 gram kadar kıyma
1 çay bardağı pirinç
Yarım çay bardağı sıvı yağ
Yarım çay bardağı nar ekşisi
Birer avuç demet maydanoz, dereotu, nane
1 çorba kaşığı domates salçası
1 tatlı kaşığı acı biber salçası
Birer silme çay kaşığı karabiber, zencefil
Birer tatlı kaşığı kekik, kimyon, reyhan
Tuz

Nasıl yaptım:
Acurların tepesini kapak olarak kesip içini oydum. Soğan ve yeşillikleri ince ince doğradım.malzemeleri karıştırıp iç harcını yaptım.

Acurların içine sıkıştırmadan iç malzemeyi yerleştirip kapaklarını kapatıp tencereye dizdim. Üzerlerine 1 çay bardağı su gezdirdim. Kaynayana kadar yüksek, sonra kısık ateşte yarım saat kadar pişirdim.

Dolmaları fırına alarak üzerlerini hafifçe kızarttım. Yanında acur içlerinden hazırladığım cacıkla servis yaptım.

Afiyet olsun...

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Çıtır Kasede İftarlık


Bir zamanlar bloglarda çıtır kaseler içinde çorbadan salataya pek çok yemeğin sunumu yer alıyordu. Ben de Sevgili Cafe Pepela'nın tarifini kullanarak yapmıştım çıtır kaseli yemeklerden. Çıtır kasenin lezzeti aklıma düşünce yine Cafe Pepela'ya uğrayıp tarifi bir kez daha uyguladım. Ama bu kez yemek koymak için değil, iftarlıklar için. İftarlıklar yendikten sonra ardından gelecek çorbaya bu çıtır çıtır kaseler katık olur diye hayal ettim.

Bardaklarımın sıcağa dayanıp dayanmayacağından emin olmadığım için kaseleri bardak arkasında yapmaya cesaret edemedim. Yıllar önceki sunumda kullandığım kalıplarım da yoktu artık evimde.Yine de aklıma koyduğum için minikek kalıbını kullanarak kasemsi birşeyler yapmaya çalıştım. Biraz derinleştirebilmek için hamurun kenarlarını biraz çimdikleyerek yükselttim. Acayip görüntülü birşey oldu ama idare eder.

Neler kullandım:
2,5 su bardağı un
Yarım su bardağı ılık su
6 çorba kaşığı zeytinyağı 
1 yumurta sarısı
1 çorba kaşığı zahter tozu
2 tatlı kaşığı susam
2 tatlı kaşığı çörek otu 
1 çay kaşığı kekik
1 çay kaşığı acı kırmızı biber
Tuz


Nasıl yaptım:
Hamuru yoğrduktan sonra yarım saat kadar dinlendirdim. Kalıplarımı yağladım. Hamuru merdane ile 3-4 mm kalınlığında açıp, bir kasenin ağzını kullanarak kalıbıma uygun olacak şekilde yuvalarlaklar kestim. Yuvarlak hamurları kalıbıma yerleştirdim. 

Önceden ısıtılmış 180 derece fırında kızarana kadar pişirdim. Soğuyunca kalıplarından çıkardım.

Minik kaselerime mütevazi iftarlıklarımı yerleştirmeye gelince iş, peynir ve zeytinlerle kuruyemişlerin tatlarının karışması riski çıktı ortaya. Mecburen hurma ve kayısıyı minik külahların içine yerleştirdim. Uygun kalıp seçmeyince estetik olmayan bu görüntü kaçınılmaz oldu ama niyet iyiydi:)

Tutulan oruçları Allah kabul etsin ve afiyet olsun...

15 Temmuz 2014 Salı

Nar Ekşili Deniz Börülcesi


Her zaman yaptığım yoğurtlu veya sarmısak-limon-zeytinyağı üçlemeli deniz börülcesinden farklı birşeyler yapmak istedim. Yolum Refika'nın Mutfağına düştü. Limon yerine nar ekşisi-sirke karışımını kullanıyordu ve acı kırmızı biber ekliyordu sosuna. Ege ve Güneydoğu mutfağını birleştirmişti. Nar ekşisi hoşuma gitti ama acı biber deniz börülcesinin tadını maskeler mi korkuma kullanmadım.

Neler Kullandım:
2 demet deniz börülcesi
4 diş sarmısak
4 çorba kaşığı sızma zeytinyağı
2 çorba kaşığı koyu kıvamlı Antakya nar ekşisi
2 çorba kaşığı sirke



Nasıl yaptım:
Deniz börülcelerini çok iyi yıkadıktan sonra kaynayan suya attım. Yine Refika'nın tarfi ettiği şekilde 4 diş sarmısağı da kabuklarını soymadan haşlama suyuna ekledim. 15 dakika kadar haşladım. Sarmısakları aldıktan sonra suyunu süzerek soğumaya bıraktım.

Bir kase içine zeytinyağı, nar ekşisi ve sirkeyi koydum. Haşlanmış sarmısakların kabuklarını soyup ezdim ve sosa ekledim. 

Soğuyan deniz börülcelerinin kılçıklarını ayıkladım. İyice karıştırdığım sosla birleştirip servis yaptım.

Afiyet olsun...

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Pazılı Buzluk Böreği

Zamanım olduğunda börekleri sarıp buzluğa atmayı seviyorum. Bir ihtiyaç olduğunda elimin altında hazır oluyorlar. Pazılı börek sarmıştım, dün onları çıkarıp pişirdim ve paylaşmak için bloguma getirdim. Günlük tüketilecek börekte pazıyı çiğden kullanıyorum ama donunca güzel olmayabilir düşüncesiyle kavurarak yapmıştım bu böreklerin içini.

Neler kullandım:
1 demet pazı
4 adet yufka
2 adet soğan
1 su bardağı kadar tulum loru
Karabiber
Çiçekyağı
Süt
Üzerine sürmek için 1 yumurta sarısı

Nasıl yaptım:
Soğanları ince ince doğradım, 1 kahve fincan kadar yağda şeffaflaşana kadar kavurdum. Doğranmış pazıları üzerine ekledim ve suyunu çekene kadar çevire çevire pişirip ocağı kapattım. Lor ve karabiber ekleyip soğumaya bıraktım. Lor tuzlu olduğu için ayrıca tuz eklemedim.

Yufkaları 8 üçgen parçaya böldüm, her tarafına fırça ile yağ sürdüm. Geniş tabanlarına birer kaşık iç koyup kaşık genişliğince yaydım. Yaklaşık 4 cm eninde geniş paketler olacak şekilde sigara böreği sarar gibi sardım. 

Dörder-beşer tane yanyana koyarak streç film ile sararak buzluğa kaldırdım.

Kullanacağım zaman buzluktan çıkarıp donuğu çözülene kadar oda sıcaklığında beklettim. Derin bir kaseye süt koydum ve çözülmüş börekleri sütte arkalı önlü iyice ıslanıp sütü emdikten sonra yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine dizdim. Üzerlerine 1 çorba kaşığı yağ ile çırptığım yumurta sarılarından sürdüm.

Önceden ısıtılmış 200 derece fırında alttan ikinci kademeye koyup altı, üstü kızarana kadar yaklaşık 40-45 dakika pişirdim. Dışı çıtır çıtır, içi yumuşacık böreklerim oldu.

Afiyet olsun...

13 Temmuz 2014 Pazar

Ekşiseverlere: Marine Salatalık


Sıcakların da etkisiyle soğuk soğuk ve ekşi ekşi birşeyler arar oldum. Ekşisi bol salatalara bile ekşi eşlikçiler yapıyorum. 

Ekşi  arayışlarım daha önce okuyup ilgimi çeken ama yapmadığım marine salatalık tarifini getirdi aklıma. Bloglara dalıp buldum tarifi. Tarif zaman içinde gelişmiş, sirkenin cinsi ve baharatları değişmiş ama ben evimde ne varsa onunla yapıp soframa bir ekşi lezzet daha ekledim.

Malzemeler:
3 adet salatalık
2 tatlı kaşığı şeker
1 çay kaşığı tuz
Yarım çay bardağı elma sirkesi
İri çekilmiş karabiber
Taze nane yaparkları

Bunlar benim kullandığım malzemeler. Herkes kendi ağız tadına göre baharatları, ekşiyi ve tuzu ayarlayabilir, yenilerini ekleyebilir. Veya Şemsa Hanım'ın sitesine uğrayıp onun tarifini alabilir.


Yapılışı:
Salatalıklar boylamasına ince ince dilimlenir. (Ben rulo yapmak istediğim için soyacak ile dilimledim) Marine edilecek kabın içine dizilir. Her sıra tamamlandığında tuz, karabiber, şeker ve nane yaprakları serpilir. Salatalıkların dizilmesi tamamlandıktan sonra üzerine sirke gezdirilir. 2 saat kadar buzdolabında dinlendirildikten sonra servis edilir.

İsterseniz bırak dağınık kalsın diyerek, salatalıkları olduğu haliyle servis tabağına aktarabilirsiniz. O kaotik görünüm çok daha güzel ama ben yerken kesmek için bıçakla uğraşmak yerine, tek lokmalık olacak şekilde rulolar yapmayı tercih ettim. 

Bir ruloyu çatala batırdıktan sonra, o muhteşem ekşili salatalık suyuna daldırıp, şöyle bir çevirip katların arasına ekşiyi iyice aldırıp bir lokmada ağzıma attım.

Afiyet olsun

11 Temmuz 2014 Cuma

Locke

 
Maksat yazmak ya, yemeklerin dışına çıkıp bir kez daha sinema filmi getireyim blogumun sayfalarına. Başka Sinema'dan bir film.

Başka Sinema, malesef benim şehrimde yok. Olduğu şehirlere yolum düştüğünde, şansıma hangi film düşmüşse izleyip  günlerimi renklendiriyorum.

Görsel efektlere boğulduğum, sesleriyle kulak zarlarımı patlatan, 3D görüntüleriyle gözlerimi yoran çok yüksek gişeli filmler bana hitap etmiyor. Mesaj bombardımanlarının arasına sıkışmış üç-beş güzelliği ayıklamaya çalışmaktan yoruluyorum.

Başka Sinema filmleri çok mu güzel, çok mu anlamlı? Hayır değil ama en azından tek tornadan çıkmışlara mahkum değilim hissi yaşatıyor. 

Vizyondaki az sayıdaki filmin arasından seçimim bu kez Locke oldu. Tek kişilik bir filmdi ve ben oyuncu curcunası olmayan  sinema filmlerini hep severek izlemişimdir. 

Tek kişilik bir filmdi ama 7-8 karakter vardı. Sadece seslerini duyup, konuşmalarını dinleyerek de fikir sahibi olup karakterlerini yorumlayabiliyorsunuz kolayca. Bir çeşit kitap okumak gibi, hayalinizi kullanmaya daha çok imkan veriyor bu tür filmler.

Film başladığında Locke'un kullandığı arabanın fonksiyonları önplana çıkarılıp reklam yapılıyor düşüncesine kapılıp biraz geri çeksemde kendimi, sonradan kıskıvrak yakalandım ve sonuna kadar merakla izledim.
 



Mükemmel hayatınız yaptığınız bir hata ile yerle bir olma tehdidi altındaysa ne yaparsınız? 

Hatanızı yok sayıp sahte mükemmelliği gerçek gibi yaşamayı mı seçersiniz, hatanın günahsız tarafını bağrınıza basıp, kendinizi diğer hatasız ve günahsızlarla birlikte alaşağı olmuş bir geleceğe mi terk edersiniz?

Locke babası ile aynı sınava tabi tutulur. Babasından soyadını alamayan Locke, sadece babasızlığın verdiği acıyı yaşamanın etkisi değil, babasının son günlerindeki pişman halini gördüğü için de belki bu zor kararı vermekte zorlanmıyor. Babasıyla hesaplaşmasının, savaşının da galibiyetidir bu karar. Ailesini ve işini kaybetmek pahasına bile olsa.

Soyadını vermek değil, doğar doğmaz kucağına alıp sevgisini de vermek, dünyaya yeni gelen varlığa saygısını da sunmaktır, hiç bir duygu taşımadığı, sevgi duymadığı kadının yanında olmak için yola çıkışının amacı. Sevdiği kadından ayrılmak, çocuklarının mutlu yuvasını yıkmak, kariyerini yerle bir etmek gözünde değildir.

Sorumluluk duygusu gelişmiş bu adam, işten atılmışken bile yarım bıraktığı işini telefonla yönlendirip tamamlamak için her türlü gayreti gösteriyor. Çocuklarına sadece tutabileceği sözler veriyor ve karısına karşı gerçeği söyleme yükümlülüğünü yerine getiriyor. Oysa karısı o kadar hazır ki, kocasının yalan söylemesine. Keşke yapmadım dese, hemen inanacak devam edecek mutlu hayatına.

"Bir kere ile hiç arasında çok büyük fark var" Kadının eski hayatına dönmesi imkansız, adamın da, diğerlerinin de. Oysa bir tarafı gözden çıkarıp mutlu mesut yaşamak ne kadar kolay olurdu değil mi?

İyi seyirler...

10 Temmuz 2014 Perşembe

Ege'den Reyhan Şerbeti

Reyhan'dan şerbet yapıldığını bilmiyordum. Ege'den Tarifler'de görünce vuruldum adeta. Reyhan alır almaz da şerbeti yapmaya koyuldum. Ege'nin de vurguladığı gibi, herkes damak tadına göre kendi hazırlamalı bu şerbeti. Zevkler farklı olunca, tarif ölçüleri de standart olmuyor doğal olarak.



Bir demet reyhanın yapraklarını saplarından kopardım, yıkadım. İri iri bir kaç parçaya bölüp bir kavanoza yerleştirdim. Bir su bardağı şeker, bir limonun suyunu ve kabuğunun rendesini ekledim. Gelincik şerbetindeki gibi rengini kendi kendine salar mı merakımla bir gece dolapta beklettim. Baktım ki, çok çok hafif bir eflatun renk var saldığı suda. Demek ki bunun püfü demlemekmiş diyerek yeniden esas tarife döndüm.


Ot çayı demliğime boşalttım kavanozun içindekileri. Sonra da sıcak su ekleyip demlenmeye bıraktım. Sıcak su ilavesiyle birden renk belirmeye başladı.


Daha az şeker koysaydım daha yoğun bir rengi olacaktı. Şekeri damağıma fazla gelince, su miktarını artırmak zorunda kaldım, açık pembe bir şerbetim oldu.

Reyhan şerbeti mis gibi reyhan kokusu ve hoş tadıyla soframızı şenlendirdi. Teşekkürler Sevgili Ege...


Related Posts with Thumbnails