11 Temmuz 2014 Cuma

Locke

 
Maksat yazmak ya, yemeklerin dışına çıkıp bir kez daha sinema filmi getireyim blogumun sayfalarına. Başka Sinema'dan bir film.

Başka Sinema, malesef benim şehrimde yok. Olduğu şehirlere yolum düştüğünde, şansıma hangi film düşmüşse izleyip  günlerimi renklendiriyorum.

Görsel efektlere boğulduğum, sesleriyle kulak zarlarımı patlatan, 3D görüntüleriyle gözlerimi yoran çok yüksek gişeli filmler bana hitap etmiyor. Mesaj bombardımanlarının arasına sıkışmış üç-beş güzelliği ayıklamaya çalışmaktan yoruluyorum.

Başka Sinema filmleri çok mu güzel, çok mu anlamlı? Hayır değil ama en azından tek tornadan çıkmışlara mahkum değilim hissi yaşatıyor. 

Vizyondaki az sayıdaki filmin arasından seçimim bu kez Locke oldu. Tek kişilik bir filmdi ve ben oyuncu curcunası olmayan  sinema filmlerini hep severek izlemişimdir. 

Tek kişilik bir filmdi ama 7-8 karakter vardı. Sadece seslerini duyup, konuşmalarını dinleyerek de fikir sahibi olup karakterlerini yorumlayabiliyorsunuz kolayca. Bir çeşit kitap okumak gibi, hayalinizi kullanmaya daha çok imkan veriyor bu tür filmler.

Film başladığında Locke'un kullandığı arabanın fonksiyonları önplana çıkarılıp reklam yapılıyor düşüncesine kapılıp biraz geri çeksemde kendimi, sonradan kıskıvrak yakalandım ve sonuna kadar merakla izledim.
 



Mükemmel hayatınız yaptığınız bir hata ile yerle bir olma tehdidi altındaysa ne yaparsınız? 

Hatanızı yok sayıp sahte mükemmelliği gerçek gibi yaşamayı mı seçersiniz, hatanın günahsız tarafını bağrınıza basıp, kendinizi diğer hatasız ve günahsızlarla birlikte alaşağı olmuş bir geleceğe mi terk edersiniz?

Locke babası ile aynı sınava tabi tutulur. Babasından soyadını alamayan Locke, sadece babasızlığın verdiği acıyı yaşamanın etkisi değil, babasının son günlerindeki pişman halini gördüğü için de belki bu zor kararı vermekte zorlanmıyor. Babasıyla hesaplaşmasının, savaşının da galibiyetidir bu karar. Ailesini ve işini kaybetmek pahasına bile olsa.

Soyadını vermek değil, doğar doğmaz kucağına alıp sevgisini de vermek, dünyaya yeni gelen varlığa saygısını da sunmaktır, hiç bir duygu taşımadığı, sevgi duymadığı kadının yanında olmak için yola çıkışının amacı. Sevdiği kadından ayrılmak, çocuklarının mutlu yuvasını yıkmak, kariyerini yerle bir etmek gözünde değildir.

Sorumluluk duygusu gelişmiş bu adam, işten atılmışken bile yarım bıraktığı işini telefonla yönlendirip tamamlamak için her türlü gayreti gösteriyor. Çocuklarına sadece tutabileceği sözler veriyor ve karısına karşı gerçeği söyleme yükümlülüğünü yerine getiriyor. Oysa karısı o kadar hazır ki, kocasının yalan söylemesine. Keşke yapmadım dese, hemen inanacak devam edecek mutlu hayatına.

"Bir kere ile hiç arasında çok büyük fark var" Kadının eski hayatına dönmesi imkansız, adamın da, diğerlerinin de. Oysa bir tarafı gözden çıkarıp mutlu mesut yaşamak ne kadar kolay olurdu değil mi?

İyi seyirler...

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails