24 Aralık 2013 Salı

Yeşil Mercimekli Kol Böreği


Ne çok severdik ve hala seviyoruz yeşil mercimekli böreği...

Kocaman bir kapta hamur tutulurdu. Yere sofra bezi serilir, hamur tahtası ve oklava getirilir. Tamamlanınca hamurun dinlenmesi, bezelenir, incecik açılırdı. Üzerine yarı yarıya ölçüde karıştırılmış zeytinyağı ve eritilmiş iç (don) yağı güzelce sıvanır, dörde katlanırdı. Yeni bir yufka açılır, yağlanır. Önceki kare içine konup üzerine katlanırdı. Sonra da dokuza bölünür, her parça biraz inceltilip yeşil mercimekli iç konarak rulo yapılırdı.

Tel tel yufkalar içinde yeşil mercimeğin lezzetine doyum olmazdı. Hamurun tel tel olmasını sağlayan yufka aralarına sürülen don yağıydı.

Annem de yapardı don yağı. Öyle havyansal etlerin çıkıntı yağlarından değil. Kuyruk yağı da değildi don yağı. Gömlek denilen iç organları saran zar kullanılırdı. Küçük küçük doğranır, orta ateşte yakmadan eritilirdi. 
Eriyen yağ süzülerek saf yağ kısmı kavanozlarda depolanırdı. Bembeyaz ve kokusuz bir yağdı. Oda sıcaklığında bozulmadan yıllarca saklanabilirdi. 

Sonra dediler ki, hayvani yağlar çok zararlı, sakın ola yemeyin. Bizler de bıraktık kendi elde ettiğimiz güvenli yağları kullanmayı. Nasıl üretildiği belli olmayan sanayi ürünü yağlara yöneldik. Margarinlerin hayvansal yağlardan daha sağlıklı olduğu savı çürütüldü ama eski alışkanlıklar unutulmuştu çoktan.

Don yağının kaybedildiği gibi  hamur açmayla uğraşmanın külfet geldiği çağ bu çağ. Yine de mercimekten vazgeçmek yok. Hazır yufkacılar sağolsun. Buyrun hazır yufkadan mercimek böreğine...

Malzemeler:
4 adet yufka
İç:
1 su bardağı yeşil mercimek
2 büyük boy soğan
Yarım çay bardağı zeytinyağı
Yarımşar demet maydanoz, dereotu
Karabiber, tuz

Yufka arasına sürmek için:
Yarımşar su bardağı süt ve zeytinyağı

Üstü için:
1 yumurta sarısı
1 çorba kaşığı zeytinyağı

Yapılışı:
Mercimek haşlanır, suyu süzülür. Soğanlar ince ince kıyılır ve hafif ateşte kavrulur. Soğanların rengi değişince mercimek eklenir ve 5 dakika daha kavurmaya devam edilir. Kıyılmış yeşillikler, karabiber ve tuz eklenir, soğumaya bırakılır.

Yufka tezgaha serilir, üzerine çırpılmış yağ ve süt karışımı sürülür. Ortadan ikiye bölünür. Yarım yufkanın düz ucuna iç harcı konur ve kol böreği şeklinde rulo yapılır. Her bir ruloyu yarım yufkadan ince hamurlu bol içli yapmayı seviyorum. İsteyen tam yufka, hatta iki katlı yufka kullanabilir. Rulolar uzunlamasına tepsiye yerleştirilir. Üzerine yağ-yumurta sarısı karışımı sürülür.

Benim fırınımın ölçüsüyle 200 derecede 45 dakika yeterli oluyor pişirmek için.

Fırından çıkar çıkmaz üzerini kapatacak şekilde kağıt havlu serilir ve havlunun  üzerine su serpilir. Kağıt havludaki ıslaklıklar kuruduktan sonra kesilip servis edilir.

Afiyet olsun.









22 Aralık 2013 Pazar

Bu turşu çok basit


Çok turşu tüketen bir aile değiliz. Belki yılda bir kere aklımıza düşüp de alırız ama hiç uymaz damak tadıma hazır turşular. 

Pazarda turşulukları görünce bir heves turşu yapmıştım sonbaharın ilk günlerinde. Sirke tadının ağır basması eleştiri almıştı. Ben de suyunu içememiştim, limon tuzu nedeniyle. Biliyorum turşu suyu içilmesi gereken bir şey değil, hatta içmemek daha iyi. Ama nefis köreltecek kadarcık olsun, çok severim turşu suyunu yudumlamayı. 

Yaptığım turşuda istenen damak tadına ulaşamayınca vazgeçmek yerine yeni tarif arayışlarıma başladım. Belleğime danıştım önce, annem nasıl turşu yapardı?

Tuzlu ve biraz şekerli karışım hazırladığını hatırlıyorum hayal meyal. Turşular olgunlaşınca da yenecek kadarını limonlu suda bir-iki gün beklettiğini. Ama anılarım o kadar eski ki, emin olamıyorum. Babama yüksek tansiyon teşhisi konup tuz yasaklanınca bırakmıştı annem turşu yapmayı.


Bloglar ne güne duruyordu? 
Blogdaşlarımı gezdim, tariflere baktım. Biliyorum tarifleri çok güzel turşuların öncüsüydü. Sarmısak, kereviz sapı ve maydanozun rayihası turşunun lezzetine lezzet katacaktı ama annemin yaptığı gibi saf turşuyu istiyordu bu kez damağım.

Bir de tuz sorunu vardı. Pratik yöntemler gördüm yumurta yüzdürmek gibi veya bir kimyacı duyarlılığında hacim gram ölçüleri. 
Bir kez daha denedim, yok olmadı. İstediğim lezzete ulaşamadım. Sirkeyi, sarmısağı, maydanozu çıkarınca, ruhunu da bozmuş oldum tariflerin.  



İnsan çoğu zaman en yakınındaki değeri atlar, uzaklara gider aradığını bulmak için. İlim için Çin'e gitmeden önce kapısından içeriye bakmalı insan. Kayınvalideme söz ettim başarısız turşu girişimlerimden. O da yıllar önce bırakmıştı turşu yapmayı. Başarılı bir tarifi varmış ama yapılmaya yapılmaya unutulmuş ölçüler. Ana hatları belli yine de. İri tuz, 5-6 nohut, limon suyu, kaynamış soğutulmuş su ve ille de savurma.

Ama benim derdim tuz. Ne kadar tuz koyacağım?
Cevap basit; tuzu azar azar ekle, içebileceğin kıvamın üzerine çıkmasın miktarı. Ohhhhhhhhh bu kadar basitmiş meğerse. Herkesin ağız tadı farklı, benim tuşumun tuz ayarı da benim ağız tadıma göre oldu. 2 litrelik kavanoza 1 limonun suyunu da ekledim. 5-6 adet de nohut, 1 tatlı kaşığı kadar şeker.

Bazan unutsam da çoğunlukla savurdum turşumu. Bir kaba yüksekten boşaltıyordum turşumun suyunu, sonra yine yüksekten kavanozun içine geriye. Havalandı, tazalendi böylece turşum. Beyazlıklar, kef oluşmadı ağzında.

Biraz geç oldu, 1.5 ay gibi. Domateslerim tam kıvamındaydı ama suyunda bir duruluk vardı, sanki özleşmemiş gibi. İlla içeceğim ya suyundan. Turşudan yemeye başladık, üzerinden bir 15 gün daha geçti. Bir baktım turşumun suyu tam içilecek kıvamda. Meğer biraz daha beklemesi gerekiyormuş özleşmesi için.

Bir bardak doldurup, içmedim tabi, sadece resmini çektim. Yarısını boşaltım yarım bardak içtim. Üzerine biraz tatlı toz kırmızı biber dökebilseydim tam ulaşacaktım turşu suyunun unutamadığım lezzetine.

Afiyet olsun...



  

13 Aralık 2013 Cuma

Bugün Çorbalardan Ne Olsun?

Bloga uğrayamayınca bu soğuk günlere kaldı anlatışım. Soğuklar bu kadar bastırmadan, güneş bulutla gölgelenmeden önceydi, çok da eski değil, 10 gün önce belki. Yağmurla yeşeren otların arasına dalmıştım. Neler vardı neler...



Acı ve tatlı radika, sinirli ot, kişniş, gelincik otları, iğnelik, hardal, labada... Toprak ve yağmurun çocukları, kış mevsiminin hazineleri bunlar. Pek çok derde şifadırlar muhtemelen ama hiç merak etmedim, neye iyi gelirler, nerede kullanılırlar. Soframı zenginleştirmeleri, lezzetleri yetiyor bana. Şifalarını da veriyorlarsa, oh ne âla.


Mesela acı radika. Azıcık toplamak yeter, biraz haşlayıp salatalara lezzetinden dokundurmak kâfi.


Mesela iğnelik. Ne zarif yapraklar, ne hassas dokunuş. Nineciğimin pamuk ellerini hatırlatır bana. Ot pidesinin olmazsa olmazıydı iğnelik ve ninemin elleri. 


Mesela labada. Daha pek küçükler, sarılacak kıvama gelmemişler henüz. Teyzeciğimin ellerinde ince ince sarılıp yaprak sarmalarının üzerine bir sıra dizilmesi gözlerimin önünde. Biraz daha bekleyeceğim mecburen, bebeklikten çıkıp büyüsünler.

Mesela hardal. Ot salatalarının şahı. Anneciğimin ellerinde daha da lezzetlenirdi. Ilık ılık, ekşi ekşi, hardallı hardallı ne iyi oluyor bu kış günlerinde. İşte şifa...


Veya bir çorba yapmalı. Biraz zeytinyağıyla azıcık un, azıcık salçayı kavurmalı. Üzerine su ekleyip, otlardan bir demetle buluşturmalı. Biraz da tuz. Sonra vıj vıj blendır. Limonla da ekşiltelim, sıcacık içelim.

Afiyet olsun

1 Aralık 2013 Pazar

Aralık'a Girerken

Aralık ayına adım attık, takvimlerdeki kışa merhaba dedik. 
Yağmur, çamur, soğuk mevsimi...

Soğuklarla birlikte doğanın bahara kadar uykuya yatacağına şartlandırmışım kendimi. Sabah aceleyle evden çıkıp akşam karanlıkta dönünce fark edemiyorum etrafımdaki canlılığı. Sabah usul usul yağan yağmurun ardından kış uyku değil, uyanma zamanı diyen bitkilerle tabir-i caizse gözümü gönlümü açtım.



Kış öncesi son çırpınış açan fırça çalısından bir dal kesip vazoya koymuştum.


Jack'in fasulye sırığı gibi uzayıp bulutları deleceğini düşündüğüm merdivenim de pembe-mor çiçeğiyle kışa merhaba diyor.


Yapraklarından yavrulayan sukulentimin kışa aldırdığı yok, yavrulamaya devam...


Yaz sıcaklarında kavrulan mum çiçeğim bu havalardan pek memnun olmalı ki yeni sürgünler veriyor.


Kasımpatı son demlerinde, çiçekleri solmak üzere ama yemyeşil yaprakları kış boyunca da bahçeyi süsleyecek.


Pittosporumun çiçekleri geçeli çok oluyor ama kırmızı tohumları da çiçekler kadar güzel görünmüyor mu?


Çok sevdiğim arkadaşımın hediyesi limon fidanı da yerine alışmaya çalışırken iki de limon vermekten geri durmamış.


Kayınvalidemin hediyesi karaduta ne demeli? Yaprakları sararırken yediveren olduğunu kanıtlama gayretiyle dut veriyor bu şartlarda.


Yaz boyunca nazlanan çalı, yağmurları görünce canlandı, yeni sürgünlerle güzelleşti.


Kırmızı kalençonun çiçekleri patladı patlayacak.


Sarı kalenço, ben eksik kalır mıyım hiç diyor; haftaya kalmaz sarıya boyarım bütün saksıyı.


Altın çilek çoooktan vermiş bile çiçeğini.

Başımı kaldırıp yükseklere bakınca yapraklarının dökülmesini beklerken çiçeklenen hint gülünün sürprizi karşılıyor.


Doğa bu kadar canlıyken, kim kış uyku mevsimi diyebilir? 
Capcanlı rengarenk bir kış diliyorum hepinize.

29 Kasım 2013 Cuma

Ekmeküstü Köfte

 
Saatin tik takları daha çabuk geçer ya bazen, herkesin midesi de pek bir acelecidir, guruldamamak için zor tutar kendini. Doğru dürüst bir yemek yapmaya ne zaman ne sabır vardır. İşte o akşamlardan birinin yemeği ekmeküstü köfte.

Verdiğim bir yemek tarifi değil. Evde bulunan azıcık kıyma ile acele tarafından ama kendince tabağı dolduran bir yemek hazırlama çabamın yansıması. 

3 adet irice köfte, 3 dilim domates, halka doğranmış bir soğan, çekirdekleri çıkarılmış 3 yeşil biber, 3 dilim ekmek ve 3 dilim kaşar peyniri kullanarak 3 kişilik yemeğimi hazırladım.  

Gerçek anlamıyla köfte, ekmek içi, soğanı, yumurtası, maydanozu, baharatı eksik değil. Tavada az yağla köfteleri pişirirken yanında biberleri de çevirdim, soğanı da. 

Köftelerim piştikten sonra, dilimlediğim domatesleri de aynı tavada altlı üstlü yumuşattım. Sonra sıra ekmeklere geldi. Ekmekler de tavada iki taraflı kızardı.  Ekmek, domates, soğan, köfte, biber katmanlarını oluşturup, biraz pul biber-kuru kekik serpip üstüne de bir dilim kaşar peyniri... 

Fırının ızgarasında peynirleri birazcık kızarttım. Yanında da karışık bir salata... Şimdi servise hazır. Afiyet olsun

23 Kasım 2013 Cumartesi

Patates Kavurma


Resimde büyük göründüğüne bakmayın, bunlar iki lokmalık minik taze patatesler. Artık patates ekimi yılda iki kez yapılır oldu. Kasım ayında da güz hasadının taze patateslerine ulaşmak mümkün. Yaz aylarının o pürüzsüz patatesleri gibi olmasa da taze patatesi değerlendirmek gerek.

Kavrulduğunda ulaştığı o çerezimsi çıtır lezzet nedeniyle taze patatesleri kabuklarıyla pişirip yemeyi seviyorum. Minik de olunca kavurarak kolayca pişiyor.

Önce patatesleri elimle ovarak güzelce yıkıyorum. Kabukları incecik, ovarken bile soyuluyor bir kısmı. Bıçakla çıkarılması gereken yerleri varsa aldıktan sonra suyunu süzüp iyice kurumasını bekliyorum.

 
1 kg patates için yarım çay bardağı kadar zeytinyağını tencereye koyar, yağ ısınmaya başlayınca patatesi ekler, tahta kaşıkla çevire çevire kavururdum. Şimdi actifry kullanıyorum kavurma için. Bugünkü patatesleri de actifryda pişirdim.

Kaba kendi ölçeği ile 2 ölçek zeytinyağı koyup 5 dakika boş çalıştırdım. Ardından kabın aldığı kadar minik patateslerden koydum. Üzerine tuz ve 1 silme çay kaşığı köri ekledim. 30 dakika kadar pişirdim. Kapağını açıp 1 çay kaşığı acı kırmızı biber, 1 tatlı kaşığı kekik ekleyip 5 dakika kadar daha çalıştırdım. 
İçi çabucak pişiyor, ama istediğiniz kızarmış görüntüyü elde edene kadar kavurmayı sürdürebilirsiniz.

Bu patatesler ana yemeğin yanında sunulabilir ama ben biraz yeşillikle, biraz da kuru peynir ufalayarak kendisini ana yemek yaptım.

Afiyet olsun...

22 Kasım 2013 Cuma

Etli Çalı Fasulye


Taze fasulye tezgahlarda bitmese de yaz bitti. 
Mutfağımda da kışa girmeye hazırlanırken yaza vedamı çalı fasulye ile yaptım. Zeytinyağlı ayşe kadın fasulye her zaman öncelikli benim için. Oysa çalı fasulye çok daha lezzetlidir ayşe kadından. Nedeni basit, çalı fasulyenin etli pişirilmesi ailesel geleneğini kıramıyorum, etli yemekleri de pek tercih etmediğimden çalı uzakta kalıyor soframa.

Çalı kılçıklı bir sebze. Ayşekadın gibi kolayca da sıyrılmıyor kılçığı. Annem rahmetli incecik alırdı kenarlarını. Ben de patates soyacağı ile kenarlarını alıyorum, bıçak kullanmaktan daha pratik geliyor bana.

 
Dilimlemeyi de annemden gördüğüm gibi yapıyorum. 4-5 cm uzunluğunda kesip uzunca bir kesik atıyorum ortalarına.

Etli çalı fasulyemi yaparken neler kullandım;

Yarım kilo çalı fasulye
100-150 gram civarında kuşbaşı
1 büyük soğan
2 diş sarmısak
2 orta boy domates
1 çorba kaşığı salça
3 çorba kaşığı sıvı yağ
Tuz

Nasıl yaptım;
Sebzeleri yıkayıp ayıkladım. Fasulyeleri resimde görüldüğü gibi kestim. Soğanı yemeklik doğradım. Sarmısakları dörde böldüm. Domatesleri kabuklarını soyup küp küp kestim.


Kısık ateşte, yağ ile soğanı kahverengileşmeden şeffaflaşana kadar sürekli karıştırarak öldürdüm. Kuşbaşı etleri ve sarmısağı ekleyip, orta hararette etin rengi değişene kadar kavurdum. Fasulyeleri ekleyip kavurmaya devam ettim. Fasulyeler sararınca salçayı ekleyip biraz da birlikte çevirdim. Domatesini ve tuzunu ekledikten sonra kapağını kapatıp kendi suyunu çekene kadar ara ara karıştırarak pişirdim. Suyunu çekince 1 su bardağı sıcak su ekledim, ocağı kıstım ve pişene kadar gerektikçe azar azar su ekleyerek pişirdim.

Şimdiki fasulyeler eskisi gibi özlü değil, çok sulu. Düdüklü tencerede hiç su koymadan pişirdiğimde bile haşlama lezzetinde bir yemek çıkıyor karşıma. O nedenle vazgeçtim taze fasulye pişirirken düdüklü tencere kullanmaktan. Pişmesi ne kadar uzun sürerse sürsün normal tencere kullanıyorum.

Afiyet Olsun...

20 Kasım 2013 Çarşamba

Cennet Elması


Komşumuzun bahçesinde vardı bir tanecik Cennet Elması ağacı. Başka da hiç bir yerde yoktu bu özel ağaçtan. Komşumuz seçilmiş olmalıydı, bahçesinde cennetten bir ağaç barındırdığı için. Çocuk gözlerim öyle bakardı bu komşumuza. 

Üstelik bahçe evlerinin arkasındaydı, başka evlerle sarılmış küçücük bahçedeydi cennet elması. Dışardan bakıp da izlemek mümkün değildi çiçeklerinin gelişimini, meyvelerin oluşumunu... Böyle olunca da benim gözümde gizemi daha da artıyordu. Ne olmuştu da cennetten bu bahçeye düşüvermişti acaba?

Pek nazlıydı da, dirhem dirhem verirdi meyvelerini. Yılda bir komşuluk payımıza 1 tane meyve düşerdi. Soluk yeşil, sepsert, çocuk damağımla yemesi imkansız, buruk mu buruk. Yine de beklerdim o mevsimi, cennet elmasının evimizi şereflendireceği günü. Kolay mı, cenneti elime alacaktım,  hayalimdeki cenneti onun içinde görmeye çalışacaktım, belki de bu kez cennetin tadını hissedecektim damağımda. Bekleyince olgunlaşırmış derlerdi, bekletirdik. Ama hep hüsran, ağızda kalan burukluk...

"Bizim iklimin ağacı değil" derdi babam, "ondan böyle". Olgunlaşıp tatlanamıyor. Kendi yerinde olsa çok tatlı çok güzel olurmuş.Cennet meyvesi bu, nasıl güzel olmasın ki? Ne gizemli, ne özel birşey bu. Babam bile yememiş bu meyvenin aslını, annem bile...


Yıllar yıllar sonra, -cennet elmasının cennetten düştüğünü sandığım o güzel günlere çoktan veda etmiştim- iç anadolunun bir şehrinde, soğuk bir akşam pazarının alaca karanlığında, tezgahlar dolusu domates görmenin şaşkınlığıyla kala kaldım. Benim ılıman şehrimde bile bu mevsimde bu domatesler olmazdı. Tezgahlara yaklaşınca anladım domates olmadığını, "Trabzon Hurması" dedi satıcı.

Trabzon hurması benim çocukluğumun cennet elmasıydı. Açık yeşil olarak zihnime kazılmış meyve kırmızıya yakın turuncuydu. Merekla aldım Trabzon hurmalarımı, cenneti tatmak için heyecanla evimin yolunu tuttum. Kabuklarının altı o aşina olduğum buruklukla karşıladı beni. Ama içi şeker mi şeker... 

Cenneti buldum mu diye merak ediyor musunuz? Dürüst olmak gerekirse, hayır bulamadım. Bir daha alma gereğini de duymadım. Ta ki evlenene kadar. Eşim çok seviyor bu meyveyi. Mevsimine ulaşınca sık sık geliyor evimize, tatlandırıyor damaklarımızı. Burukluk yine aynı. O nedenle, içini kaşıkla çıkarmayı tercih ediyorum, kabuğunu biraz etlice bırakıp. Ama burukluğu sadece ben fark ediyorum galiba, eşim olduğu gibi, kabuğuyla severek yiyor.

İşte böyle benim cennet elması hikayem. Taşımacılığın bu kadar gelişmediği, meyve ve sebzelerin uzaklardan taşınmadığı, o bölgenin toprağında ne yetişiyorsa onların satılıp alındığı çağın çocuğuyum ben, normaldir değil mi böyle bir hikayemin olması?

19 Kasım 2013 Salı

Kuşbaşı Etli Girit Kabağı


Girit kabaklarının minik birer fıçıcığı andıran görüntülerine bayılıyorum. Lezzetiyle olduğu kadar farklı sunumlara imkan vermesiyle de tercih nedenim oluyor bu tombikler. Tezgahta görünce almadan geçemiyorum.
 

Kuşbaşı etli Girit Kabağı için neler kullandım;
8 adet küçük girit kabağı
300 gram civarında küçük parçalar halinde kuşbaşı et
1 iri kuru soğan
2 diş sarmısak
2-3 adet yeşil biber
Yarım çay bardağı sıvı yağ
1 tepeleme çorba kaşığı un
Maydanoz, nane, dereotu
1 tepeleme çorba kaşığı salça
1 su bardağı su
Karabiber, tuz

Nasıl hazırladım;

Kabakların kabuklarının bir kısmını kazıyarak alacalı hale getirdim ve yıkadım.

Üstten 1 cmlik kısmını keserek kapak çıkarttım.
İçini tatlı kaşığı yardımı ile boşalttım.
Dış yüzeylerine fırça ile sıvı yağ sürüp fırın kabına yerleştirdim.

Kabak içlerinin bir kısmını küçük küçük doğradım, kalanını çorba yapmakta kullanmak için ayırdım.

Soğanı irice doğradım, biberlerin çekirdeklerini çıkarıp halka halka kestim. Yeşillikleri ve sarmısakları kıydım.

Tavada, yağ ile soğan ve biberleri hafifçe öldürdükten sonra ocağın ısısını biraz daha artırıp kuşbaşıları ekledim. Su salmasına izin vermeden karıştırarak etleri kavurdum. Etlerin tümünün rengi değiştikten sonra, ocağın hararetini biraz kıstım, 1 kaşık unu ekleyerek kavurmaya devam ettim. Un kavrulduktan sonra kabak içlerini ekledim, biraz sıcak su ile karışımı yumuşattım. 5 dakika kadar pişirdikten sonra tuz, karabiber, yeşillik ve sarmısakları ekleyip ocağı kapattım.

Hazırladığım içi, girit kabaklarına doldurdum. 1 su bardağı ılık suda incelttiğim 1 kaşık salçayı kabakların üzerinde gezdirdim. Kabak kapaklarını kapattım, önceden 200 dereceye ısıtılmış fırına yerleştirdim. Ara ara kabakların pişmesini kontrol ederek yaklaşık 40 dakika pişirdim.


Afiyet olsun...

18 Kasım 2013 Pazartesi

Karışık Yeşil Salata


Cumartesi pazarından bir sepet yeşillikle dönünce, yeşil salata yapmadan olmaz. Bu kez yeşil salatam marulsuz ve taze soğansız olacak.  Baharlı otların tadını yoğun olarak hissetmeyi istiyorum.

  

Roka, tere ve kuzukulağını seçtim sepetimden. Roka ve terenin baharını kuzukulağının ekşisi ile harmanlayacağım. İyice yıkadım, iri iri doğradım. Biraz sızma zeytinyağı, birazcık da limon suyu. Tuza bile gerek yok.  Acaba kırmızıyla zenginleştirsek daha iştah açıcı olmaz mı?

Kırmızılardan tercihim turp ve nar. Kırmızı turp baharı yoğunlaştırıken, narın tatlı ekşiliği de biraz sakinleştirsin.


Afiyet olsun...



16 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Sonbahar Pazarı ve Isırgan Otlu Gözleme


 

Sonbahar en güzel sarıların, en güzel kırmızların mevsimi.. Rengarenk yapraklara, sonbahar pazarları da eşlik eder sarı ayvaları, kırmızı narlarıyla. Bereketli sonbahar yağmurlarının coşturduğu yeşillerle de zenginleşir tezgahlar.

Cumartesi pazarından bir sepet yeşillikle döndük biz de. Maydanoz, dereotu, nane vazgeçilmez. Roka, tere nefaset, pancar yaprağı, ısırgan otu, hardal özlenen lezzet, üstüne kuzukulağı da ödül...

Salata, çorba, kavurma, haşlama, börek... Neler yapılmaz bu güzel yeşilliklerle. Pazardan yufka da almıştık, gözlemelerle merhaba desek mi otlarımıza?

 

Isırgan otu ve pancar yapraklarını kullanacağım gözlemem için. Eldivenlerimi giyip zorlu ayıklama ve yıkama maratonuna başlıyorum. Isırgan otlarının yapraklarını gövdelerinden sıyırıp taze filizlerini saplarıyla koparıyorum.
Pancar yapraklarının tazelerini alıyorum, saplarını haşlama için ayırıyorum. 
Defalarca yıkıyorum, kurutuyorum ve doğruyorum.
Şimdi bir tepsi kullanıma hazır ısırgan otu ve pancar yaprağı karışımım var. Kavurmalık, böreklik, Çorbalık...
 

Gelelim gözlememize;

Malzemeler
2 adet yufka (8 adet gözleme için)
Göz kararı miktarda ot karışımı
Göz kararı miktarda rendelenmiş peynir
2 yumurta
Karabiber
Sıvı yağ



Yapılışı 
Yumurta çırpılır,  peynir rendesi, karabiber ile beraber otlarla karıştırılır.
Yufkalar üst üste konarak 4'e bölünür. Üzerine göz kararı  iç konur.



Ben gözlemede yufkanın sarılışını annemden gördüğüm şekilde yapıyorum. Tek yufka katı olacak ve bir kenarı açık kalacak şekilde.
İç koyduktan sonra önce sivri köşeyi katlıyorum, sonra sivri köşenin komşu kenarlarını. Yuvarlak kısmı ise katlamadan bırakıyorum. Benim katlama şeklim bir arkadaşıma çok ilginç gelmişti, o nedenle açıklama gereği duydum. Yufka katlarının ince olması yanısıra yufkanın bir kısmını da sade lezzeti ile yemeyi sevenler için farklı bir alternatif.


Tavaya 1 tatlı kaşığı kadar yağ konup kısık ateşte, arada sallayarak arkalı önlü pişirilir. 


Yeşil ısırgan otlarının yanında, kızarmış yufkadan taşan pancar yaprağının güzelim mor rengini çok seviyorum.

Afiyet olsun 

14 Kasım 2013 Perşembe

Çintar, İncir, Pirinç




Pirinç pilavını nasıl seversiniz?

Ben ekşi veya tatlı halini severim pirinç pilavının. Salatanın sosundan veya hoşafın suyundan birkaç kaşık üstüne gezdirdim mi... Mımmmm tam benlik...

Eğer siz de pilavı tatlı lezzetlerle zenginleştirmeyi seviyorsunuz bu tarif size de hitap edebilir.
Sonbahar yağmurlarıyla mantarlar coştu. Çintarlar da pazar tezgahlarında yerini aldı.  Açıkçası mantar zehirlenmesi korkum nedeniyle doğal yetişmiş mantarlara çok mesafeliyim. Çintar ise rengi ve şekli nedeniyle zehirli mantarlarla karışma olasılığı düşük mantarlardan ve bu turuncu lezzetin çağrısına kayıtsız kalmak da oldukça zor.

Aldığımız çintarın bir kısmıyla yumurtalı kavurmasını yaparken, az bir kısmını da pilav için kullandım. Ve tatlımsı lezzet için kuru üzüm ve kuru incirle birleştirdim.




Malzemeler
7-8 adet irili ufaklı çintar
1 orta boy soğan
3 adet kuru incir
8-10 adet kuru üzüm
Zeytinyağı
Bir silme çay kaşığı tarçın
Karabiber

Pilav için
2 su bardağı baldo pirinç
2,5 su bardağı su
Yarım çay bardağı zeytinyağı (yağ miktarı ve cinsi zevke göre değişir)
Tuz

Yapılışı

Her ne kadar yemek ustaları mantarın yıkanmaması, silinerek temizlenmesi gerektiğini söylese de ben amatör mutfağımda mantarı her zaman bol suyla yıkıyorum. Hele çintar gibi bol topraklı ise yıkama sayısı arttıkça artıyor. Yine mantarımın sap ve beğenmediğim kısımlarını kesip attıktan sonra bol suyla yıkadım. Salata kurutucusunda kuruttum ve bir süre de kağıt havlu üzerinde beklettim. Mantar bol su salıyor, bir de yıkama suyu eklenip kavurmanın tadını bozmasın değil mi?


İnce doğranan soğanlar yeterli miktarda yağ ile çevrilir, yumuşamaya başlayınca küp küp doğranmış mantarlar eklenir. Suyunu çekmesine yakın küçük küpler halinde doğranmış incir ve üzümler eklenip karıştıra karıştıra kavrulur. Ocak kapatılır karabiber ve tarçın ilave edilir.

Pirinçler de yıkanıp süzüldükten sonra yağ ile birlikte parlak taneler haline gelene kadar kavrulur. Tuz ve 2,5 su bardağı su eklenir. Su kaynamaya başlayınca kısık ateşte 15 dakika kadar pişirilir.

Hazırladığım çintar incir karşımını pilava pişme sırasında eklemiyorum çünkü pirinçlerin beyaz görünmesini seviyorum.

Ocağın altı kapatılır, üzerine çintar karşımı dökülür, kapağı kapatılıp 5 dakika demlenmesi beklenir. Sürenin sonunda pilav karıştırılır, kağıt havlu örtülüp kapağı kapatılarak servise kadar ikinci demlenmesine bırakılır.

Afiyet olsun

9 Kasım 2013 Cumartesi

Biber Halkasında Yumurta



Arkadaşlarımın bloglarını gezerken, soğan halkaları ve sosis çerçevesinde yumurta pişirdiklerini görmüş ve çok hoşuma gitmişti. Bu sabah kahvaltısı için değişiklik ararken, tatlı kırmızı biberlerle yumurtayı birleştirmeyi düşündüm. Karşıma yukarıdaki manzara çıktı.

2 yumurtayı çırpıp oğlumun istediği gibi bol baharat ve tuz ekledim.
Kırmızı biberi 1 cm kalınlıkta halka halka kestim.
Tavaya biraz sıvı yağ ekledim.
Halkaları tavaya koydum, 3 dakika kadar biberlerin alt kısmının yumuşamasını bekledim. Böylece tabana tamamen yerleşmiş ve yumurta sızması engellenmiş oldu.
Çırpılmış yumurtaları halkaların içine paylaştırdım, tavanın kapağını kapattım, pişene kadar bekledim.


Biberleri servis tabağına ters dizildiğinde kızarmış yumurtanın üste gelmesi daha hoş bir görüntü oluşturacakmış. Ben sadece bir tanesini ters koymuştum.






Related Posts with Thumbnails