24 Ekim 2009 Cumartesi

Ruhlar Evi



Ruhlar Evi  Isabel Allende

Güney Amerika hep ilgimi çekmiştir. Şili ise ta çocukluk çağımdan ağzından ya da ellerinden kan damlayan Pinochet karikatürleri ile yer etmiştir zihnimde. Ardından Neruda'yı tanıdım  ve Şili'yi  Neruda'nın gözünden öğrendim. Güney Amerika bu kadar ilgilimi çekerken Ruhlar Evini okumakta çok geç kalmışım.

Kitabın sürükleyiciliği, yazarın başarısı gibi konuları düşünemedim kitabı okurken. Çocukluğumu 70'lerde yaşadığım için ister istemez o günün değerleri ile bu günün değerlerini karşılaştırmaya girdim. İdeallerin değişmesine şaşırdım. Boşuna çabalar, anlamsız savaşlar peşinde miyiz aslında diye hüzünlendim.

İlk bölümler gerçekle gerçekdışılığın iç içe olduğu  bir anlatımla ilerlerken, Clara'nın ölümünden sonraki bölümleri artık bir roman olmaktan çıkıyor. Diktanın kötülükleri ard arda sıralanıyor, kitabın kurgusu ile bağlantılanamıyor, boşlukta kalıyor sanki. Yaşananların gerçekliği bilindiği için insan etkileniyor, ama bu etkilenme yazarın anlatımından değil, gerçeklerin acısından geliyor. Sıfıra sıfır, elde var sıfır düşüncesiyle kıvrandırıyor.

Sürü



Sürü        Frank Schatzing

Okuması çok uzun süren kitaplardan biriydi benim için. Sanırım 40-45 gün sürdü okuyup bitirmem. Bunun sebebi de kitabın kalınlığı değildi, Masumiyet Müzesi'ni 1,5 günde bitirmiştim mesela.

İlk sözüm yayıncı firmaya. Bu kadar uzun bir kitap bu kadar kalın kağıtlar yerine daha kaliteli ince kağıtlara basılabilirdi veya iki cilt halinde yayınlanabilirdi. O zaman kitap çantada taşınabilir, her yerde okunabilirdi.
Ayrıca benim standart okuma saatim yatmadan önceki 1-2 saatdir. Kitap o kadar kalin ki yatarken elimde tutmaktan yorulup okumayı bırakıyordum. Bir de kitapdaki kesilmemiş formalar yok mu, yayıncı da matbaacı da işini baştan savma yapmış.

Çevirmene takılmadığıma göre iyi çevirmiş denebilir. Ama son zamanlarda başka çevirilerde de gördüm, yer adları orjinal dilinde, Türkçe'de olmayan harflerle yazılıyor. Ben o harfin nasıl okunduğunu bilmiyorum ki, çoğunluğun okuyacağı şekilde yazılması gerekmez mi? Bu kitap boyunca Tromso'nün yazılışı böyleydi. Artık Çin yer adları Çince, Arap yer adları Arapça yazılışıyla yer alacaksa epey bir işimiz var.

Konuya gelince; İki anafikir çıkardım ben. Birincisi: Böyle kullanmaya devam edersek dünyayı, intikamı korkunç olacak. İkincisi, ABD dünya sorunlarına şiddet uygulamaktan başka çözüm yolu getiremez.

Kitap iki ana bölümden oluşuyor. Dünyadaki felaketler zinciri ve çözüm bulma çabaları. Beni en çok etkileyen kısım, iki bölüm arasında yer alan birkaç sayfalık istatistiksel gerçekler kısmıydı. Kendimi ve çevremi bir kez daha sorgulamama sebep oldu. Acaba geriye dönüş mümkün mü, enerji ihtiyacımızı azaltabilir miyiz, fabrikalardan vazgeçebilir miyiz? Çok basit şeyleri düşündüm kendi yapabileceğimiz, örneğin eskisi gibi bir tek sahandan yemek yiyebilir miyiz. O zaman bir akşam yemeğinde bir tencere, bir sahan, 4'er kaşık ve çatal, bir su bardağı kirlenecek, bulaşık makinesi kullanmaya ihtiyaç kalmayacak ya da haftada bir kullanılacak. İş yerine yürüyüş mesafesinde ev tutulacak, çocuklar en yakın okula gidecek, her gün yaptığımız sekiz sefer ayak gücüyle yapılmış olacak. Internet başında oturup bunları yazmak yerine komşumla sohbet etsem kaç kw/h elektiriği kullanmamış olacağım. Ya da artık geriye dönüş yok mu? Dinazorların nesli tükendi, insanlar ortaya çıktı. İnsanların nesli tükenmeli ki yeni bir canlı türü ortaya çıksın, dünyayı patlatsak da gaz ve toz bulutunda yaşayan yaşam formlarının mı zamanı geliyor artık. Bunları kızım bana söylediğinde şok olmuştum, gençler çoktan mı vazgeçtiler dünyadan diye, ama artık acaba mı? diyorum.

Kitabı genel olarak değerlendirirsem: Okyanus tabanıyla ve kıta sahanlığıyla ilgili yeni bilgiler edindim, ilginç ayrıntıları öğrendim. Ancak olaylar o kadar gereksiz uzatılmış ve sündürülmüştü ki beni sıktığı anlar çok oldu. Bir solukta okutmadı kendini kısaca.

Pek çok bilim-kurgu filminin bahsi geçiyor kitapda, gönderme yapmak değil de alenen söz etmek. Sagan'ın Contact 'ına çok takılmıştı  yazar, filmini temel alarak. Bu kitabın filmini seyretmeyi yarıda bırakmıştım ben, kitapdan farklı senaryolara dayanamıyorum çünkü (ne yazık ki Sürü de film olursa aynı akibte uğrar, böyle bir prodüksiyonu ancak Hollywodcular yapabilir, ama ABD'yi kitapdaki gibi göstermeyecekleri de kesin). Kitabın sonunda da Contact'dakine benzer bir yolculuk okyanus tabanına doğru yapılıyor.

Bütün  felaketlerin niçin olduğu araştırılırken iki farklı fikir ortaya çıkıyor. İslamofobik ABD "İslamcı teroristleri"  fail olarak görürken, bilimsel Avrupalıların başka bir tezi var. Kitabın gidişatı Ronny Laws'ın Evrenin Ucu kitabındaki gibi canlı dünyayı düşündürmüştü bana, ama öyle değilmiş. Fail çok önceden beirtiliyor, kitabın sonuna merak edeceğiniz bir şey de bırakmıyor.

Yazar ABD zulmünü çeken halkların hislerine tercuman olup ABD'yi dünyanun jandarmalığından alaşağı ediyor kitabın sonunda.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Zeytinli Pizza



Oğlum pizzayı çok seviyor özellikle de bol zeytinli ise. Hamur tercihi ise bizim evde farklı, eşim kalın hamurdan hoşlanıyor, ben ise ince hamurdan. İkisi arası bir kalınlıkta yapıyorum ben de. Bu tarifim büyük fırın tepsisi ölçülerini içeriyor.


Malzemeler


Hamur

500 gr un ( yaklaşık 4,5 su bardağı elenmiş havalandırılmış un)

2 bardak ılık su

1/2 limonun suyu

1 tatlı kaşığı toz şeker

1 çay kaşığı tuz (üst malzemesinde tuz fazla olduğundan)

1 paket (5 gr) instant maya


Sos:

Mevsimine göre 1 adet orta boy şeftali veya 1 adet elma

1 küçük boy domates

1 tatlı kaşığı salça

1 küçük boy soğan

1 diş sarmısak

1 adet yeşil veya tatlı kırmızı biber

Kekik

1 yemek kaşığı zeytinyağı

1 tatlı kaşığı un

1 bardak su


Üst malzemesi


1 kase Kaşar peyniri

1/2 kase küp doğranmış beyaz peynir

Yaklaşık 1/2 kase zeytin (hazır halka zeytinler yeşil toplanıp sonradan siyahlaştırılıyor ve bu bizim ağız tadımıza çok uymadığı için nadiren kullanıyorum. Genellikle tirilye zeytinin çekirdeğimi çıkararak kullanıyorum.)


Yapılışı

Hamur:

Su ve limon suyu hariç tüm hamur malzemesi karıştırılır. Üzerine yavaş yavaş su ve limon suyu  ilave edilerek mikserin hamur karıştırıcısıyla karıştırılır. Oldukça yumuşak bir hamur elde edilir. Üzeri ıslak bezle kapatılarak oda sıcaklığında kabarması tamamlanana kadar beklenir. Parmağımızla üzerine bastırdığımızda şekil kalıyorsa mayalanması tamamlanmıştır.

Sos:
Soğan, domates, sarmısak, meyve, biber küçük doğranır. Salça,  kekik, yağ ve 1 bardak su eklenir. Yaklaşık 10 dakika pişirilir. Un biraz su ile sulandırılır ve kaynayan karışıma ilave edilir. 1-2 taşım kaynadıktan sonra  blendırdan geçirilir.

Kabarması tamamlanmış hamur yağlanmış tepsiye alınır. Eller de biraz yağlanarak tüm tepsiye yayılır. Üzerine ılınmış sosdan yayılır,  bolca kaşar peyniri konur. Kaşarın üzerine diğer malzemeler yerleştirilir.

220 C önceden ısıtılmış fırında yaklaşık 20 dakika pişirilir.

Afiyetle...




Saksıda çiçek





Bir saksı diye aranıyordu oğlum. Niye istiyorsun diye sorduğumda babasıyla çiçek yapacaklarını söyledi. Küçük bir kavanozda karar kıldık saksı yerine. Örgü ipleriyle sardılar önce kavanozu, sonra da içine renkli kum yerleştirdiler. Kablo tellerine de yün sararak çiçek saplarını yaptılar. El işi kağıtlarından taç yaptakları keserek tellere yapıştırdılar. Oğlum bir de uğur böceği çizip keserek bir pipete yapıştırdı ve saksıya yerleştirdi.

Son dokunuş da kızımdan geldi. Yünlerle çiçeklerin sarılarını yaptı, saksıya da bir fiyonk ve dalga iliştirerek canlandırdı.

Canavar


Bazen ufak tefek şeyler dikerim ama aslında dikişle aram pek yoktur. Oğlum bir dergide "canavar"ı görünce yapalım diye tutturdu. Biraz itiraz etsem de sonunda onu kırmak istemedim.

Dikiş dikilen evlerde her zaman kumaş parçaları bulunur, ben ise epeyce bir arandıktan sonra ancak perde artığı iki kumaş parçası bulabildim. Kumaşlar uymasa da oğlumu mutlu etmeye yetti.

Oğlum kendince bir şablon çizdi, kızım şablonu kumaşa uyguladı. Ben de rahmetli annemin 60 yaşındaki Singer dikiş makinası ile yukarıdaki canavarı diktim. Bir parça örgü yünüyle saçlar ekledik. İçini de biraz elyafla doldurduk. Kızım UHU tekstil boyaları ile ağız ve gözleri çizdi de onun sayesinde anlam kazandı.

Canavarın peşinde çocuklarımla birlikte dolu bir zamanı paylaştık.


7 Eylül 2009 Pazartesi

Buzlu Yeşil Çay


Buzlu çay tarifini http://www.annekedi.blogspot.com/  sayfasında gördüm. Çok hoşuma gitti, ben de yeşil çay ve naneli versiyonunun yaptım. Özgün tarifini annekedi'de bulabilirsiniz.

Malzemeler

Her iki bardak için 1 adet poşet yeşilçay
1 poşet siyah çay (biraz renk vermesi için koydum)
Her bir bardak için 1 tatlı kaşığı şeker
8-10 yaprak nane
Her dört bardak için 1 adet limonun suyu
İçme suyu


Yapılışı

Oda sıcaklığındaki su ve çay poşetleri cam bir kaba konur. Yaklaşık 3 saat güneşte bekletilir. Çay demini aldıktan sonra içine ince kıyılmış nane yaprakları ve şeker eklenir. Karıştırılır, buz dolabında soğumaya bırakılır.



Servis yapılacağında limon eklenir, nane yapraklarını uzaklaştırmak için süzgeçten geçirilir. Limon eklendiğinde çay berraklığını kaybediyor ama çok hoş bir tadı oluyor.

Nane, yeşil çay, limon ve buz kombinasyonu tam benim ağız tadıma göre.







6 Eylül 2009 Pazar

Ekmek Dolması (mikrodalga fırında)

Ekmek dolması bizim için Ramazan ayının vazgeçilmezlerinden. Çocukluğumda yılın her zamanı Kemeraltı fırınında bulunurdu, istediğimizde alıp yapardık. Artık ne kemeraltı fırını kaldı ne de 10-12 kişiye yetecek büyüklükte dolmalık ekmekler. Şimdi sadece Ramazan ayında dolmalık ekmek bulunuyor, bu ekmekler daha küçük 4-6 kişilik gibi. Ramazan sonrasında da kullanabilmek için bir kaç tane de derin dondurucuya koyuyorum.

Ekmek dolması buharda pişiriliyor. Ama ben mikrodalga fırını kullanarak da yapıyorum, çok başarılı ve çok daha çabuk.

Malzemeler
1 adet dolmalık ekmek
250 gram kıyma
2 adet orta boy soğan
1 çay bardağı çiçek veya mısırözü yağı (ekmek içi de kavrulacağı için yağ miktarı fazla)
1 tatlı kaşığı tereyağ
1/2 bardak (mikrodalga için ) veya 3 bardak et ya da kemik suyu. İkisi de yoksa sadece su kullanılabilir.
Maydanoz, dereotu, nane
Karabiber, kimyon, kekik
Tuz

Yapılışı


Dolmalık ekmek alındıktan sonra 2-3 gün bayatlanması beklenir. Bayatlayan ekmeğin üst kapağı bıçakla yuvarlak kesilerek kaldırılır. Ekmek içi çıkarılır, avuç arasında sürterek ufalanır.



Soğanlar yemeklik kıyılır, yeşillikler ince ince doğranır. Soğanlar 1 çay bardağı sıvı yağ ile pembeleştirilir. Kıyma eklenerek kavrulur. Ekmek içi ve yeşillikler eklenerek ekmek içi kavurmaya devam edilir. Tuz ve baharatlar eklenir.


Mikrodalgada pişirilecekse ekmeğin iç ve dış kısmına fırça ile et suyu bolca sürülür. Burada kıvam çok önemli, ekmek tamamen ıslatılmamalı, sadece nemlendirilmelidir. İçine harcı konup kapağı kapatıldıktan sonra ekmeğin dış yüzüne tereyağ sürülür. Düşük düzey mikrodalga ayarında 10 dakika pişirilir. Bu sürede ekmeği nemlendiren su buharlaşarak ekmeği yumuşatır.





Buharda pişirilecekse, ekmeği alacak büyüklükteki bir tencerenin içine ekmeğin yerleştirileceği bir yükselti konur. Benim bu amaca uygun bir rende kabım var, üzeri delikli olduğu için çok da kullanışlı. Ekmeğin içi harcıyla doldurulur, kapağı kapatılır. Burada ekmek mikrodalgadaki gibi nemlendirilmez. Ekmeğin oturtulacağı yüzey ve ekmeğin dış yüzeyine tereyağ sürülür. Yükseltinin üzerine oturtulur. Ekmeğe değmeycek şekilde et suyu ilave edilir, kapağı kapatılır. Orta ateşte yaklaşık 40-50 dakika pişirilir. Suyu azaldıkça sıcak et suyu veya su ilave edilir.



Afiyet olsun.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Pencerede Biber




Balkonda sebze yetiştirmek sıcak baktığım bir konu değil. Hele benimki gibi egzos dumanı içindeyse zararlı bile buluyorum. Yine de maydanoz ve reyhan bulundurmaktan vazgeçemiyorum.

Bir dönem eşim balkonda domates yetiştirmeyi denemişti, zamanında kızaracak olgunluğa ulaşamadıklarından turşularını yapmıştım.

Benimki gibi küçük ve hava kirliliği altındaki bir balkonda sebze yetiştirmenin verimli olmadığı kesin, sağlıklı olup olmadığı tartışmalı. Çiçek gibi zevk için yetiştirilebilir ancak.

Malum küresel ısınma yaşıyoruz, sularımızı tüketirken dikkatli olmalıyız. Ben çiçeklerden vazgeçemiyorum ama çiçeklerimi sulamada sebze yıkama sularını kullanmaya özen gösteriyorum.

Sulama suyu içindeki biber çekirdeğinden çıkan biber fidesi büyüdü ve 6 adet biber verdi. Bunları toplamıştım, bir hafta sonra yeni biberler verdiğini gördüm. Sizlerle paylaşmak istedim.

Fırında Karnıyarık




Patlıcan en sevdiğim sebzelerden, karnıyarık ise en sevdiğim yemeklerden biri. Patlıcanı kızartmak ise en sevmediğim işlerden. Kızartma yağı kokusuna dayanamıyorum ve çok iyi havalanan yerlerde yapabiliyorum ancak.

Kızartma yapmayı sevmemem karnıyarık yapmamı engellemiyor. Belki lezzeti biraz eksik oluyor, olsun gene de güzel.

Malzemeler:

4 adet ince uzun patlıcan. (özellikle ince olanlar seçilmeli)
200 gr. kıyma
1 orta boy soğan
3 orta boy domates
4 adet sivri yeşil biber
Maydanoz, dereotu, nane
Karabiber, kimyon
Çiçekyağı
Tuz

Yapılışı:

Sebzeler yıkanır. Patlıcanlar kurulanır ve pijama şekline soyulur. Patlıcanın uzunluğuna göre 2 veya 3'e bölünür. Bir yüzünden uçlarından 1 cm kalacak şekilde boylamasına çentik atılır. Patlıcanların her tarafına fırçayla sıvı yağ sürülür. Daha sonra pişirme için de kullanılabilecek kenarlı bir kaba yerleştirilir. Fırını ızgara bölümünde orta hararette kızarıncaya kadar tutulur. Alt üst edilerek alt tarafı da kızartılır.

Soğan ince kıyılır, 2-3 yemek kaşığı yağda pembeleşinseye kadar çevrilir (neden pembe denir ki aslında sararmakla kızarmak arası bir renk). Kıyma eklenerek kavrulmaya devam edilir. İki domates ve bir domatesin içi yemeklik doğranır, kavrulan kıymanın üzerine konur. Suyu çekene kadar pişirilir. Kıyılmış yeşillikler ilave edilir, 1-2 dakika karıştırılarak pişirilir. Ocak kapatıldıktan sonra tuz ve baharatlar eklenir ve karıştırılır.


Izgarada kızarmış patlıcanların çentik atılmış bölümü üste getirilir, çentik bir kaşık yardımı ile açılarak ortası genişletilir. İçine hazırlanmış olan harçtan patlıcanın büyüklüğüne göre 1-2 kaşık konur. Harcın üstüne dilimlenip içi alınmış domatesden ve sivri biberden birer adet konur. Patlıcanların yüksekliğini yarısını aşmayacak miktarda sıcak su ilave edilir.


Fırında 200 C de 30-40 dakika pişirilir. Afiyet olsun.


28 Ağustos 2009 Cuma

Zeytinyağlı Barbunyalı Taze Fasulye



Pişirmesi kolay, lezzetli, tam bir yaz yemeği. Bloğumda annemden öğrendiğim ve yapmayı sürdürdüğüm çocukluk tatlarımı paylaşmayı tercih ediyorum, bu da onlardan biri. Bu yemeğin özelliği barbunyayla birlikte pişirilip, soğuduktan sonra İzmir tulumu serperek sunulması. Tarifin ayşekadın fasulye ile yapılması gerektiğini hatırlatmak isterim, bu kombinasyon, örneğin çalı fasulye ile kullanılmamalı.
Malzemeler:
Yarım kg taze ayşekadın fasulye
250 gr taze barbunya
4 adet orta boy domates
1 adet orta boy soğan
Bir adet kesme şeker
Zeytinyağı
Tuz
Ayşekadın fasulyelerin kılçıkları çıkarılarak yaklaşık 3-4 cm boyunda doğranır. Barbunyaların taneleri alınır. Sebzeler yıkanır, suyu süzülür. Domates kabukları soyularak ince ince doğranır. Soğan yine ince ince çentilerek doğranır.

Bütün malzeme düdüklü veya klasik tencereye konur. Soğanlar önceden yağda pembeleştirilmeyip bütün sebzeler birlikte pişiriliyor, bu da yemeğin daha hafif olmasını sağlıyor. Orta ateşde domatesler suyunu çekene kadar kendi suyunda çevrilir. Yağ-tuz ölçüsü ağız tadına göre değiştiğinden vermiyorum. Ama çok yağlı bir taze fasulyenin rahatsız edici olacağını da hatırlatmak isterim. Bu ölçüler için ben 2 çorba kaşığı zeytinyağ koyuyorum. Suyunu çekmiş sebzelerin üzerini yarım santim geçecek kadar sıcak su eklenir. Barbunya su çektiği için sade taze fasulye yemeğine göre daha fazla su koymak gerekiyor. Düdüklünün kapağı kaptılıp yaklaşık 20 dakika pişirilir. Klasik tencerede pişiriliyorsa ara ara suyu kontrol edilip eklenir, kısık ateşde yaklaşık 50 dakika pişirilir.

Taze fasulye piştikten sonra ılıyıncaya kadar tencerede bırakılır (sebzeler sıcakken alınırsa parçalanır, şekilleri bozulur). Ilıdıktan sonra servis tabağına alınıp soğumaya bırakılır. Servis edilirken üzerine rendelenmiş İzmir tulumu serpilir. Afiyet olsun.

Cadılar Dışarıda



Cadılar Dışarıda Terry Pratchett


Diskdünyada başka bir serüven daha. Diskdünya çok sevdiğim ve Türkçe’ye çevrilen her kitabını okuduğum bir seri.

Diskdünya ile ilk kez bir bilgisayar oyununda tanışmıştım. Bir kitaptan uyarlandığını daha sonra öğrendim. Kitaplarını okurken diskdünyayı hayalimde bilgisayar oyunu çizimleri ile yaşıyorum. Diskdünyanın bizzat kendisini çok seviyorum, A’tuin’i, Ankh-Morpork’u hatta diskdünyanın “ÖLÜM”ünü bile çok seviyorum.

Eleştirmek istediği konuları diskdünyada yaşatıp alaya alan Pratchett şimdi de masalları hedef seçmiş kendine. Diskdünyanın tanınmış cadıları bu kez uzak diyarlara yolculuk ediyor ve acemi peri anneye yardımcı oluyorlar. Araba ve uşaklara dönüşen kabak ve fareler burada farklı bir yol izliyor. Masallara diskdünya gözüyle bakmak hem ilginç, hem de keyif verici.



Kötü Bir Yılın Güncesi




Kötü Bir Yılın Güncesi J.M. Coetzee


İlk kez bu formatta bir kitap okudum, başka yazarlar da denemiş midir böyle bir formatı bilmiyorum ama Coetzee bunu olağanüstü etkileyicilikte başarmış.

Kitabın kahramanı (İpuçları Coetzee’nin kendisi olduğunu gösteriyor.) günümüz olayları ve kavramlarını irdeliyor ve içtenlikle görüşlerini veriyor. Bazıları alışılmış, çoğunluğu çarpıcı. Hissettiğim ama adlandıramadığım pek çok konuyu benim için somutlaştırmış sanki (bazılarına katılmasam da). Hayran olduğum Rus Edebiyatı ve vazgeçemediğim yazarlar Tolstoy ve Dostoyevski hakkındaki görüşleriyle de beni ayrıca mutlu ediyor.

İlginç olan; aynı sayfada kahramanın entellektüel dünyasını okurken, orta bölümde o anlık düşüncelerini, içinden geçenleri, alt bölümde daktilografının ağzından daktilograf ve sevgilisinin düşüncelerini okuyorsunuz. Üç kişinin görünen ve görünmeyen (üç kişi-altı dünya) dünyalarını izliyorsunuz. Ve bu dünyalar bize o kadar yakın ki…

Coetzee mükemmel bir yazar olduğunu bir kez daha kanıtlıyor ve deneme tarzındaki kitabını roman sürükleyiciliğinde okutmayı başarıyor.

Koloni

Koloni JC Grange

Önce çeviriye, imla yanlışlarına takıldım. Sonra klasik Grange sürükleyiciliğine kapıldım. Gene midemin kaldıramadığı iğrençlikler vardı. Ama Grange böyle bir yazar, kitabını okumak istiyorsam bunlara katlanmalıydım. Katlandım da.

Grange’in kitaplarının bilgiye dayanan anlatımı vardır biliyorsunuz. “Kurtlar İmparatorluğu”nda “kına”dan anadoluda yetişen bir bitki diye söz ettiğinde, verdiği bilgilere pek de güvenmemek gerektiğini öğrenmiştim. Bu kitapda da kahramanının ağzından yoğurdu ermenilerin bulduğunu yazıyordu. Benim yoğurdu kimlerin bulduğuna dair sağlam kaynaklarım yok, iddiada bulunamam kimin bulduğuna dair. Ama bizim genel doğrularımızdan farklı olduğu için dikkatimi çekti.

Düdük ermenilerin bir halk enstrumanı, hatta Vangelis’in bir konser kaydında da çok severek dinlemiştim. Bu bizim bildiğimiz düdüklerin (acil durum çağrısı düdükler değil, çocukluğumuzda oyuncağımız olan flütle kaval arası bir yapıda olan düdükten söz ediyorum) orjinali değil mi? Ermenice'de telaffuzu belki "duduk"dur, fakat biz onu düdük diye telaffuz ediyoruz. Türkçeye çevrilmiş kitapda duduk diye okumak beni zorladı. Çok da önemli değil aslında neden takıldıysam.

Peki kitabı nasıl buldum. Ölümcül Çığlığın peşindeki bir nazi ardılının faaliyetleri asıl konu. (“ölümcül çığlık” Kur'an'da geçen "Sayha"yı hatırlattı bana.) Konu ilgi çekici ama olay örgüsü Grange kalitesine göre vasat kalıyor, sıradan bir sonla bitiyor. Başka bir yazarın kaleminden çıkmış olsaydı kitap (Örneğin Dan Brown. O kadar muhteşem bir kutsal kase öyküsünü bu kadar berbat bir şekilde romanlaştırıp mahvettiği için hala yazık edilen muhteşem konuya acırım) umursamazım ama Grange’dan mükemmeli beklememek elimde değil.

14 Ağustos 2009 Cuma

Yapboz "The Swiss Countryside"


Puzzle yapmak beni rahatlatıyor ve dinlendiriyor (bozmak? hayır!). Büyük bir puzzle yapmaksa büyük yer ve uzun süreyle yerleşeceği bir mekan istiyor. Bu nedenle bu puzzle'ı yazlıkta açtım. Hafta sonları gittiğimizde yapıyorum. Kulübeyi, gökyüzü ve dağları bitirdim. Sıra çimenlerde, ardından ağaçlarda. Bakalım ne kadar sürecek?

6 Ağustos 2009 Perşembe

Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında


Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında Haruki Murakami

Sınırın güneyi anlaşılabilir, güneşin batısı ise beni epeyce düşündürdü.

Sahip olduklarımız neden yetersiz gelir, neden içimizde hep birşeylerin eksikliğini hissederiz. Eksik olana kavuştuğumuzda neden yetmez açlığımızı dindirmeye, neden kurtarmaz bizi yalnızlığımızdan? Onunla anlam kazanmış herşey nasıl birdenbire değersizleşiverir? Bilmiyorum… Az ya da çok herkes yaşıyor olmalı bunları. Yaşananları ifade edebilenler de böyle okunası romanlar yazıyor.

İlişkilerini aleni anlattığı bazı yerleri sevmedim, tiksinti uyandırdı bende açıkçası. Ama bu, romanı okumamı engellemedi. Bukowski’de yaşadığıma benzer bir duygu, tabi onda nefret daha fazla, Bukowski’yi hiç sevmiyorum, yazdıklarından iğreniyorum ama kitaplarını elime aldım mı okumadan bırakamıyorum. Buna benzer bir şey işte.

Kitap, adam ve "Leyla"sı üzerine yazılmış gibiyse de arka plandaki -bütün olanlara rağmen kocasının kendisine dönmesini (fiziksel, düşünsel, ruhsal, her yönüyle) bekleyen- eş de unutulmamalı.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Zahir

Zahir Paulo Coelho

Eski kitapçıdan alınmış dolayısıyla yeni okuduğum bir kitap.


Coelho’nun birkaç kitabını severek okumuştum. Ama bu kitapda sıkıldığımı söylemeliyim. Niye konuşmak derdini anlatmak varken, birisi kendi anlasın diye bu kadar beklenir ki. Tekdüzeleşmiş, otomatikleşmiş, sıradanlaşmış birlikteliklerde çıkış yolunu böyle aramaya kalkarsak yandık.


Bilgelik peşinde koşma adına yapılan şeyler bazen beni çok sıkıyor, anlamsız geliyor. Belki yazarın ulaştığı derin anlamlar benim için zahir olamadığı için.


Sıkıldığımı söylemem bu anlamda, yoksa kitap rahatlıkla okunuyor, hatta sonucu merak ediliyor, bazı güzel anlamlar da bulunuyor.

Kırmızı Ayakkabılar

Kırmızı Aykkabılar Donna Leon

Kırmızı Ayakkabılar klasik bir polisiye, sonunu yaklaşık olarak tahmin etseniz de kendisini merakla, sıkmadan okutuyor.


Venedikli polisin cinayet araştırmasını okurken en çok ilgimi çeken İtalyan bürokrasinin bizimkine benzerliğiydi. Polis komiseri su-elektrik gibi faturaları bütün İtalyanların en az 10 yıl sakladığını, günün birinde kendilerine ödeme yaptıkları halde borç çıkarılacağını bildiklerini belirtiyordu örneğin. Rüşvet, adam kayırma, nüfuz kullanımından bahsetmeye gerek bile yok.


Cep telefonunun kullanılmadığı, klimasız ofislerde buram buram terleyerek çalışıldığı, internetin olmadığı, bilgisayarın nadiratdan olduğu, e-mail’in adının bile geçmediği bu kitap çok eskiden yazılmış gibi bir izlenim bıraktı. Oysa 1994 de yazılmış. Ne çabuk alışmışım yeni teknolojiye, (filmlerin etkisi herhalde) bu kitapta çok eksikliğini hissettim.


Aslında kitapta sorgulanan konu toplumun eşcinselliğe bakışı. İsterse bir avrupa ülkesi, rönesansın doğduğu topraklar olsun, toplumların bu konuya bakışları değişmiyor, bu kitapdan bana kalan işte bu.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Patlıcan Kebabı


Yaz tatilinin bir bölümünde İstanbul’a uğradık. Sevgili Bendigar’ın Gaziantep tatlarıyla da buluştuk. Bu tatlardan biri de patlıcan kebabı. Hiç evde olur mu demeyin. Mahalle fırınımız yok diye bu lezzetden uzak mı kalmalıyız. Çok da güzel pişirmişti Bendigar.

Tam tarif veremiyorum. Belki de tarif lezzetli bir yemek için yeterli değildir. Gaziantep elinin de değmesi gerekebilir.


Kısaca, Köftesi sadece kıyma, tuz ve karabiber ile hazırlanıyor. Patlıcanlar halkalar halinde kalınca dilimleniyor. Bir köfte bir patlıcan şeklinde tepsiye diziliyor. Ortasına kuru soğan, yeşil biber, domates yerleştiriliyor. Çok az miktarda su ve yağ eklenip fırında yaklaşık 2 saat pişiriliyor.

Ellerine sağlık Bendigar…


Posted by Picasa

14 Temmuz 2009 Salı

Kabak Çiçeği Dolması

Kabak çiçeği dolmasını çok severim ama kabak çiçeğine ulaşmak kolay değil. Sabah çok erken kalkıp pazara gitmek gerekir ki çiçekler kapanmadan alabilesiniz.
Hafta sonu kahvaltı ederken "Çiçek Varr!!!" diye bağırdığını duyunca bahçıvan satıcının "Aman yetişelim alalım" diye bir fırladım ki masadan, görenler şaşırır. Sağolsun eşim bahçıvanın peşinden koştu ve güzelim kabak çiçeklerini aldı.
Hemen zeytinyağlı dolmasını yaptım ege usulü. Öğle yemeğine de kuzenlerim gelecekti ne güzel rastgeldi hiç aklımda yokken. İstanbul'da yaşayan kuzenim çiçek dolmasını görünce çok sevindi ben de bir o kadar mutlu oldum. İstanbul'da hep aradığını ama bir türlü bulamadığını nasıl da özlemle anlattı.

İşte benim çiçek dolmamın tarifi:

Malzemeler:
Kabak çiçeği: 25-30 adet (lütfen alırken dikkat edin, kabağın cinsine göre mi bilemiyorum, bazıları neredeyse dikenli denecek kadar sert tüylü oluyor, bunları almayın)
Pirinç: Her çiçek için bir silme tatlı kaşığı
Kuru soğan: 1 orta boy
Domates: 2 orta boy
1 çay kaşığı şeker
Nane, maydanoz, dereotu
Karabiber, kimyon ve arzuya göre diğer baharatlar
Zeytinyağı
Tuz

Hazırlanışı:
Çiçeklerin yeşil saplarını kesin, ortasındaki tozlaşma organını dikkatlice koparın ve nazikçe yıkayın. 2-3 saat sonra kullanacaksanız çiçekleri iç içe yerleştirerek saklayın.
Soğanı ince ince kıyın. Bir miktar zeytinyağında hafif pembeleşinceye kadar çevirin. Yıkanmış pirinçleri ilave edip birkaç dakika daha çevirin. Ocağın altını kapadıktan sonra pirinçlerin üzerini 1-2 milimetre kaplayacak kadar sıcak su ilave edin. Tencerenin kapağını kapatıp demlenleye bırakın. Pirinç ılıdıktan sonra, çok ince kıyılmış domatesi, yeşillikleri, baharat, şeker ve tuzu ilave ederek dolma harcını hazırlayın. İsterseniz biraz daha zeytinyağı ekleyin.
Çiçeklerin dibindeki 3-4 santimlik kova kısmına çok sıkı olmayacak şekilde harcı doldurun. Açılmış yaprakları ortaya kıvırdıktan sonra uçlarını harcın içine doğru iterek dolmayı kapatın, tencereye dizin. 1 çay bardağı kadar ılık su ilave edin. Orta hararetli ateşde yaklaşık 40 dakika pişirin. Ara ara suyunu kontrol edin, gerekliyse azar azar sıcak su ilave edin.
Dolmalar soğuduktan sonra servis yapın. Afiyet olsun.


16 Haziran 2009 Salı

Sulu Köfte (Çorbası) (Ekşili Köfte)

Hafif, hafif olduğu kadar da besleyici bir çorba sulu köfte çorbası. İsterseniz içine küçük doğranmış patates, havuç ve bezelye gibi sebzeler de ekleyebilirsiniz. Ama ben ekşi tadın köfteyle buluşmasında sebzeleri tercih etmiyorum. Sebzeli yaptığımda terbiyeyi limon yerine kese yoğurdu (süzme yoğurt) ile hazırlıyorum.

Malzemeler:

Yaklaşık 150 - 200 gr kıyma

1 çay bardağı pirinç

1 orta boy soğan

1 yumurta

1 tatlı kaşığı salça

1 tutam maydanoz

1 yemek kaşığı tereyağ –istenirse-

1 limon suyu

3-4 yemek kaşığı un

Tuz, karabiber, kimyon

Yapılışı

Pirinçler bir süre sıcak suda bekletilir. Suyu süzüldükten sonra havanda ince bulgur büyüklüğünde olacak şekilde dövülür veya bu işlem için rondo kullanabilirsiniz. Soğan rendenin ince tarafıyla rendelenir. Kırılmış pirinç, kıyma, rendelenmiş soğan, bir yumurtanın beyazı, 1 tatlı kaşığı salça, kıyılmış maydanoz, kıyma yağsız ise bir yemek kaşığı kadar tereyağ, tuz, karabiber, kimyon iyice yoğurulur. Bir tepsiye 2-3 yemek kaşığı un serpilir. Avuç arasında yuvarlayarak küçük toplar yapılır ve unlu tepsiye konur. Tepsi ara ara ileri geri hareket ettirilerek köftelerin eşit biçimde unlanması sağlanır. Köftelerin ele yapışmaması için gerektiğinde avuç içleri suyla ıslatılır. 2 litre kadar su ocağa konur, tuz eklenir, ben koymuyorum ama isterseniz bir miktar tereyağ da ilave edebilirsiniz. Kaynamaya başlayınca içine köfteler birbirine yapışmayacak şekilde dikkatlice dökülür. 15 dakika kadar kaynatılır. Pirinçler pişince terbiyesi eklenir Bir yumurtanın sarısı, bir limon suyu ve 1 yemek kaşığı un çırpılır. Kaynayan çorbanın suyundan kaşık kaşık eklenerek çırpılmaya devam edilir. Ilınan terbiye tencereye dökülür, bir süre karıştırılır. 2-3 taşım kaynadıktan sonra ocağın altı kapatılır. Afiyet olsun.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Flaubert'in Papağanı


Julian Barnes
Benim gibi kitap okurken hemen hemen hiç not alamayan birine kitapda dört tane işaret koyduran kitap. Bir iki basit cümleyle o kadar çok şey anlatıyordu ki imlemeden geçemedim.
Alay, hüzün, nefret, sevgi, ihanet, başkaldırı, boyuneğiş, kabullenme... Herbirini çok hissederek okudum.
Flaubert özelinde anlatılanlardan çok, kitabın kahramanının düşünce ve duyguları etkiliyor inasanı. Kitabın başlarında Madam Bovary'i tekrar okumalıyım dedim. Ama sonra kitap öyle ilerledi ki, aslında anlatılan Flaubert ya da onun eserleri değildi. Kitabın kahramanı öyle ince alaylarla yaklaşıyordu ki Flaubert'in yaşamına, ben de öylesine kapturmıştım ki kendimi Flaubert'in çelişkilerine gülümsemeye, aslında doktorun kendi hayatını sorguladığını çok sonra anlayabildim.
Kitabın sonuna geldiğimde bitmese dediğim kitaplardan biriydi.

Brazzaville Kumsalı

 


Brazzaville Kumsalı William Boyd

Kahramanın bir kadın olduğunu kitabı okumaya başlayınca öğrendim. Erkek yazarların kadın kahramanlarına biraz önyargılı olduğumu kabul ediyorum ama ben gene kadın kahramanın duygularının erkek bakış açısıyla yazıldığını görerek rahatsızlık hissettiğimi belirtmeliyim.
Kahramanın geçmişindeki farklı zamanlara gidip gelmelerle ilerliyor kitap. Yazarın matematik tutkusu da var dedirten, matematik kuramları ile olayları eşleştiren bölümler ilgi çekici. Maymunlar, iç savaş, akademik çekişmeler, sabit fikirler, aşk gibi iç içe geçmiş pek çok şey var. Çok da zevkle okuduğumu söyleyemeyeceğim ama çalıların incelenmesi fikri çok hoşuma gitti. Böyle bir tarih araştırma yöntemi olduğunu bilmiyordum. O bölümleri okurken kahramana imrendim, böyle bir işim olmadığına hayıflandım.
Kitapta genel doğrular bir kez daha dile getiriliyor, en belirgini de: ideal, barışçıl toplum olamaz, ne insan dünyasında ne de hayvan dünyasında.

Taştan Hüküm



Ruth Rendell
Kitaba başlar başlamaz katili, maktülleri, cinayet nedenini öğreniyorsunuz. Hepsini ilk sayfalarda açıklamış yazar. Merak edilecek bir sonu, çözülecek bir bilmecesi olmayan bir kitap ne kadar merakla okunabilir acaba? Fazla söze gerek yok, öyle okunur ki elinizden bırakmamacasına. Teşekkürler Rendell.

22 Mayıs 2009 Cuma

Gelincik Şerbeti

Gelincikleri sever misiniz, ya gelincik bebekleri ya da gelincik şerbetini?
Nazenin, kırılgan gelincikler kırları doldurdu. Güzel görüntülerine rağmen hassas yapıları onları toplayıp vazomuza koymaktan alıkoyuyor. Mutlaka yerinde izlemelisiniz güzelliğini.

Çocukluğumdan beri gelincikleri gördüm mü mutlaka bir iki gelincik bebek de yaparım ve onları götürürüm yanımda, arkadaşlık ederler bana.

Senede bir kez de gelincik şerbeti yapıp kendisine has kokusunu ve lezzetini tatmak da gerekli gelinciğin. Daha uzun süre bu lezzeti istiyorsanız, kolay gelsin epey bir çiçek toplamanız gerekiyor.
Eve getiremeyeceğim için klasik suda güneşte bekletilerek yapılan şekilde hazırlamadım şerbeti. Yazlığa kimbilir kaç gün sonra geleceğim, ne olur ne olmaz bozulmasınlar dedim. Buzdolabı versiyonunu hazırladım.
Malzemeler:
4-5 avuç gelincik taç yaprağı
1 diş (yarım santimetrekare kadar) limon tuzu
1 bardak toz şeker
Gelincik yapraklarının siyah kısımları makasla kesilir. İyice yıkanır. Limon tuzu dövülerek toz haline getirilir. Yapraklar, limon tuzu ve şeker iyice karıştırılarak ezilir. Cam kavanoza konup kapağı kapatılır, buz dolabına kaldırılır. Ben sonraki işlemleri 15 gün sonra yaptım. Gelinciğin rengi tamamen şekere geçer. Üzerine bir miktar su ilave edilir, erimemiş şekerler karıştırılarak eritilir. Süzülerek posası ayrılır. Elde edilen yoğun karışımı damak tadınıza göre su ile inceltip ilave şeker ile tatlandırın. Servis öncesi içine limon suyu da eklediniz mi içimi hafif, hoş bir içecek elde edeceksiniz.


Posted by Picasa

19 Mayıs 2009 Salı

Geceyarısı Çocukları


Salman Ruşdi’nin Gece Yarısı Çocukları adlı kitabını okumayı bitirdim.
Hindistan Pakistan tarihini yakından bilseydim kitapdan daha çok zevk alırdım . Aynı duyguları Kraliçe Loanın Gizemli Ateşini okurken de hissetmiştim. Benim yaşadığım yılları da Eco gibi anlatabilen bir yazar çıksın diye hala umutla bekliyorum, okuması ne kadar zevkli ve dolu dolu olacak benim için. Aslında Orhan Pamuk’a ne kadar da uyardı biriktirdiği eşyaları Masumiyet Müzesinde kullanmamış olsaydı.
Neyse Gece Yarısı Çocuklarına dönmeliyim. Google’dan haritasını bulup Hindistan-Pakistan-Keşmir- Bangledeş yolculuklarını ben de yaptım Salim Sina ile birlikte. Bazı anlatımların derinliğini kaçırdığımı anlıyorum, bildiğim konulardaki ironiyi keşfettiğimde.
Sürekli düşünerek okumak gerektiği için beni zaman zaman zorladı, ama okumayı sürdürmenin ödüllerini de verdi. Her insan düşünceleriyle, duygularıyla, yaşamıyla ülkesinin prototipiymiş meğerse.
Salim Sina’nın kendini unuttuğu bölümlerdeki 3.kişi ile Salim Sina’nın anlatışı geçişleri "Ruşdi gerçekten de güçlü bir yazarmış" dedirtti bana. Kesinlikle 2. hatta 3. kez okunmamı hakediyor bu kitap, daha iyi anlayıp daha çok zevk almam için.

15 Mayıs 2009 Cuma

Kitaplar, hayat onlar olmadan ne sıkıcı


Hazır bir blog edinmişken okuduğum kitapları da paylaşayım.
Benim kitaplara yaklaşımım tamamen subjektif, bunu baştan söyleyeyim. Bir kitabı beğenmem için geçerli kriterler ne edebiyat gücü, ne anlatım derinliği, ne verdiği mesaj, ne de güncelliği.
Kitabı elimden bırakamıyor muyum - işte güzel bir kitap
Kitapda ben de yaşıyor muyum - çok güzel bir kitap
Kitabı bitirip kapağını kapattıktan sonra bir süre daha kitapta yaşamaya devam mı ediyorum harika bir kitap
Kitabı okumayı bitirdiğimde boşluğa mı düşüyorum, ben ne yapacağım şimdi mi diyorum - muhteşem bir kitap
Benim ölçütlerim bunlar, dediğim gibi tamamen subjektif, bu nedenle okuduğum kitapları tavsiye ettiğimi düşünmeyin sakın. İsterseniz okuyun ve kendi ölçütlerinize göre değerlendirin.
Kitaplı günlerle...

Yaban Koyununun İzinde

 

Ankara'ya gitmem gerkiyordu bir günlüğüne. Okumakta olduğum kitap biraz kalınca olduğundan yanıma almak için okunmayı bekleyen kitaplarım arasından daha ince bir kitap seçtim. Haruki Murakami'nin kitabı "Yaban Koyununun İzinde". Uçak 1 saat gecikme yapınca Adnan Menderes'de okumaya başladım kitabı. Öyle sürükleyiciydi ki uçakta da elimden bırakamadım. Bütün gün, bir an önce dönüş saatim gelse de okumaya devam etsem diye bekledim. 22.55 uçağı için 21de Esenboğaya geldim ve devam ettim okumaya, İzmir için alçalmaya başladığımızda bitirdim kitabı.
Koyunlar, arkasındaki dağlar, çok basit anlatılmış, ama bu manzara düşüncemde öyle bir yer etti ki orada olmayı düşledim.
Konu bir dedektiflik öyküsünü çağrıştırsa da insanların kısırdöngülerini, kırıp aşamadıkları tutsaklıklarını anlatıyor.
Bana göre çok güzel, okunası bir kitap. Bu yazar ve kitabıyla tanıştığıma çok memnunum.

Zeytinyağlı Yerelması

Yerelmasını sever misiniz? Ben çok severim. Beni çocukluğuma götürür. Babamın pazardan filelerle dönüşünü hatırlarım. Hemen fileden 4-5 tane yerelması çıkarır, soyup yıkar ve elma gibi yemek üzere bize verirdi. Kendisi de bunu yaparken çocukluğuna dönerdi eminim.
Yerelmasını rendeleyip çiğden salata olarak da yiyebilirsiniz. Ben size kızımın da çok sevdiği zeytinyağlı yemeğinin tarifini vereceğim.
Soyulması biraz zordur, orjinal şeklinden dolayı. Babam çocukluğunda bir sepetin içine (dedemin ördüğü muhteşem sepetler) küçük çakıl taşları ile birlikte yerelmalarını doldurup, derede akan suyun içinde sürekli çalkalayarak kendi kendine soyulmalarını sağladıklarını anlatırdı. Anneciğim su dolu bir kabın içinde bıçakla kazıyarak ayıklardı. Ben ise patates soyacaklarını kullanıyorum ve çok rahat ayıklayabiliyorum.
Malzemeler:
1/2 kg yerelması
1 adet patates
1-2 adet havuç
1 adet kuru soğan
2 yemek kaşığı pirinç
1/2 limon suyu
Dereotu
Tuz
Zeytinyağı
Zeytinyağlı sebze olmasına rağmen şeker eklemiyorum çünkü yerelması oldukça tatlı, şeker içeren bir sebze.
Hazırlanışı:
Yerelması, havuç, patates soyulup yıkandıktan sonra doğranır, soğan ince kıyılır hepsi birlikte tencereye alınır. Zeytinyağı ve tuz eklenir. Birkaç kez çevrilir. Sebzeleri örtecek kadar ılık su eklenir, birkaç taşım kaynatılır. Pirinçler yıkanıp sırası gelene kadar ılık suda bekletilir. Sebzeler yumuşamaya başlayınca pirinç ve biraz daha ılık su eklenir. Piştikten sonra servis tabağına alınır, ılıdıktan sonra üzerine limon suyu gezdirilir.
Önemli nokta: Yerelması tamamen soğumadan yenmez, lezzetini bulması için tam olarak soğuması hatta bir gece buzdolabında bekletilmesi gerekir.
Servis sırasında üzerine dereotu eklenir.
Posted by Picasa

Zeytinyağlı Taze Bakla

Mevsimi geçti geçiyor taze baklanın, iç baklalar çıkmaya başladı bile.
Malzemeler:
1/2 kg taze bakla
1 adet orta boy soğan
1 demet dereotu,
1 çay kaşığı toz şeker
1 silme yemek kaşığı un
1/2 adet limonun suyu
Zeytinyağı
Tuz
Hazırlanışı:
Baklalar ayıklanır yıkanır. Soğan doğranır. Yağ, tuz, şeker, limon suyu, un ile birlikte tümü düdüklü tencereye konur. Orta ateşte hepsi birlikte hafifçe çevrilir. 1/4 çay bardağı ılık su eklenir. 20 dakika kısık ateşde pişirilir. Piştikten sonra daha sıcakken kıyılmış dereotlarının yarısı tencereye konur, karıştırılır ve dereotlarının biraz yumuşaması sağlanır. Kalan dereotu ve yoğurtla servis edilir.
Posted by Picasa

23 Nisan 2009 Perşembe

zeytinyağlı enginar dolması



Annelerin yemeklerinin tadı çocuklarının damağından hiç kaybolmaz kendileri anne olsalar bile. Ben de rahmetli anneciğimin lezzetlerini yaşatmaya ve çocuklarıma aktarmaya çalışıyorum.
Mevsim de tam uygun, Balıklıova’dan enginar alıp eve döndük. Ben de rahmetli anneciğimin usulü zeytinyağlı enginar dolması ve enginar midyesi pişirdim. Enginar midyesi annemin buluşu olup sadece içi yendiği için enginar dolmasının nasıl yenileceğini bilmeyenler için de çok uygun bir yemek.
Malzemeler:
4 adet dolmalık enginar. Dolmalık enginarın tam mevsimi, bu mevsimdeki enginar çiçeklerinin yaprakları çok taze olduğu için dolmanın tamamı rahatlıkla yenilebilir. Seçtiğiniz Enginarlar ne çok sıkı ne de çok açılmış olsun.
Pirinç: Enginarın büyüklüğüne göre değişmekle beraber enginar başına 3 silme çorba kaşığı pirinç yeterli.
1 demet taze soğan
½ demet maydanoz
½ demet dereotu
¼ demet taze nane
Zeytinyağı,
2 adet limon (veya bulabilirseniz turunç kullanabilirsiniz, ekşisi daha hafif, lezzeti enginara daha uygun) 1 limon bekletme suyuna, ½ limon harcına, 1/2 limon suyu enginar göbeğine)
1 çay kaşığı karabiber (Enginarın lezzetinin baharatlar tarafından maskelenmemesi için sadece karabiber koyuyorum. Ama arzunuza göre diğer baharatlardan ekleyebilirsiniz)
Tuz
Temizlenmiş enginarların kararmaması için bir kaseye su konur. İçine 1 limon suyu, sıkılmış limonların kabukları ve bir tepeleme dolu çorba kaşığı un eklenir.
Yapılışı: Enginar çiçekleri saplarından kesilir. Dış yaprakların 2-3 sırası dışa-aşağıya çekilerek koparılır. Koparılan yapraklar da hazırlanan suya atılır. Çiçek üst kısmından 1-2 cm’lk bölümü kesilir. Ters çevrilip kesme tahtasına vurularak çiçek gevşetilir. Bir tatlı kaşığı ile içindeki yumuşak tüyleri temizlenir. Su içindeki limon kabuğu ile çiçeğin dışı ovulur ve suya bırakılır.
İç hazırlanıp enginarların tamamı temizlendikten sonra enginarlar akan suda iyice yıkanır. Enginar göbeğine biraz limon suyu dökülür ve tuz serpilir. Hazırlanan içten enginar göbeğine ve yaprakların arasına konur. Tabanına ayıklanan yeşilliklerin sapı konmuş tencereye yerleştirilir. Kalan iç malzeme koparılmış enginar çiçeği yapraklarına konur üzeri de midye gibi kapatılır. Enginarların üzerine dizilir. Enginarların arasına dış acı kabukları soyulmuş enginar sapı içleri yerleştirilir.Tencereye 1 su bardağı kadar su konur.
Enginar dolması kıymalı hazırlandığında pişirme problemi olmaz. Ancak zeytinyağlı enginarların pirincini pişirmek zordur. Pirinçler önceden kavrulabilir ama önceden pişirilen pirinçler enginar lezzetini tam içine almadığı için ben hoşlanmıyorum. Enginarların üzerine yağlı kağıt onun üzerine de porselen bir tabak yerleştirip kapağı kapatılır. Buhar çıkana kadar orta ateşde tutulur. Ardından kısık ateşe alınır yaklaşık 50 dakika pişirilir.
Hafif ılıdığında servis tabağına alınır.
Enginar dolması çok doyurucu bir yemek olduğu için ben yanında sadece marul salatası tercih ediyorum. Afiyet olsun.

16 Nisan 2009 Perşembe

Merhaba

Ben de katılmak istedim blogcular kervanına. Bakalım sarkaç salınırken, neler öğreneceğim, neler paylaşacağım...
Related Posts with Thumbnails