30 Haziran 2010 Çarşamba

Kedilere Dair


Kedilere Dair
Doris Lessing

Bu kitabın varlığını uzun zamandır biliyordum ama okuma gereğini duymamıştım. Dewey Kedisini okuduktan sonra bunu da okuma isteği uyandı içimde ve alıp okudum.

Okuduğum kitapların aklımdan geçirdiklerini yazar ya da söylerim, kitabı anlatmam ve asla kitap tavsiye etmem. Herkesin kitap zevki farklıdır ve birinin görüşü diğerini bağlamaz.

Ne kadar ironiktir ki gene de kitap yorumlarını okurum. Deniz İşçilerini hatırladığımda nete şöyle bir bakayım günümüzde insanlar ne diyor acaba dedim ve yorumları okudum. Deniz İşçilerinde Hugo'nun bir ahtapot tasviri vardır ki hala döner döner okurum. Ama okuyuculardan biri bu kısmı çok gereksiz bulmuştu. Aklıma geliveren bir diğer örnek Şibumi'deki mağara anlatımı. Kitabın tek güzel yeri burasıydı benim için. Kendimi oradaymış gibi hissettirmişti bana, büyük heyecanla okumuştum o bölümü.  Ama  başka bir okuyucu kitabın en sıkıcı bölümü olarak görmüştü bunu. Hiç şaşırmadım. Hepimiz aynı zevklere sahip olsaydık ne kadar çekilmez bir dünyada yaşıyor olurduk.

Kitap tavsiyesi konusundaki görüşlerim belli. Fakat bu kez bu görüşümün dışına çıkacağım ve romantik bir kediseverseniz bu kitabı kesinlikle okumayın diyeceğim.

İçindeki acı gerçekler, "her şeyin en iyisini bildiğini sanan" insanın kediler adına verdiği kararlar yürek yaralayıcı hatta mide bulandırıcı.

İster istemez kitap beni geçmişe götürdü, yazarın ailesiyle kendi ailemi karşılaştırmama yol açtı. Yazar, evin pis işlerinin (hayvanlar konusunda) yapmanın hep annesine düştüğünü söylüyordu. Benim ailemde de pis işleri yapmak anneme düşerdi. Ama bu pis işler yazarın annesinin yaptığı gibi insanlık dışı pis işler değil, merhametin kirli işleriydi. Gece dışarı çıkmamış bir kedimizin evin içine yaptığı kakasını-çişini temizlemek, sedirin altında duran çarşaf bavullarına yavrulamış bir kedinin ardından tüm çarşafları yıkayıp kaynatmaktan başlayan işlerdi bunlar. Bazı geceler bir tıkırtıyla uyanırdık, bir de bakardık annem termosifonu yakmış leğende bir kediyi yıkıyor. Çocukluğum tek katlı evlerin yıkılıp yerine ruhsuz apartmanlarının dikildiği bir dönemdeydi. Ortalıkta inşaatlar için kireç söndürülen havuzlar olurdu ve bu havuzlar hayvanların can düşmanı olmuştu. İçine düşüp de ölmeyecek kadar şanslı kedilerimiz eve ulaşır, annemi uyandırırlardı. Annem de hemen onları yıkar, derin vücut yanıklarını ve gözlerinin kör olmasını engellemeye çalışırdı. Ağzından burnundan irin akan kedileri temizler, ilaç içirirdi.

Bir anne kedinin kaç yavruya bakabileceğine kararının bize ait olduğunu hiçbir zaman düşünmedik. Onların hayat haklarına saygı duyduk. Hasta olduklarında iyileştirme çabalarımız dışında yaşamlarına karışmadık. Hiçbir zaman kendimizi onların sahipleri olarak görmedik. Onlar bizim yoldaşımız veya misafirlerimizdi, onlara su, yiyecek ikram eder, yatacak yer ve sevgimizi verirdik. Bakıma muhtaç oldukları için evimizi-bahçemizi açtıklarımız ve onların yavrularıydı evimizdeki kediler.

Hep yürek yaralayanların yanı sıra güzel şeyler de var kitapta. Kedilerin pek çok özelliği iyi incelenip güzel yazılmıştı. En güzel yerlerinden birisi de yazarın akademisyen arkadaşından bahsettiği kısımdı. Bir kedi sahibi olan akademisyen kedisinin zaman kavramı olduğunu biliyor ama bilimsel olarak kanıtlayamadığı için akademisyen kimliğiyle bunu reddediyordu. Biz insanlar ne kadar garibiz değil mi? Sınırlı aklımızla çözemiyorsak reddetmeyi tercih ediyoruz. Kendime üzülüyorum çoğunlukla bu pozitivist bakış bana da hakim olduğu için.

Kedilerin zaman kavramı olduğunu çok iyi biliyorum. Hem de güneş saati değil bizim kullandığımız saati biliyorlar. Şimdiki kedim evde yalnız kaldığı mesai günlerinde öğleden sonralarını pencere önünde uyuyarak veya dışarıyı seyrederek geçiriyor. Bunu çok iyi biliyorum, evin önünden geçtiğimde hep böyle görüyorum onu. Akşam eve dönüş saatimizde ise pencere önünde değil sokak kapısının arkasında bekliyor. Ama saatler ileri alındığında en fazla iki gün şaşırıyor, geldiğimizde pencere önünde oluyor. Üçüncü gün yine kapının ardında buluyoruz onu. Sabah kahvaltı saatleri hiç değişmiyor; daima saat 5. İster yazın sabah namazı saati olun, ister kışın gecenin zifiri.  Çocukluğumda bir kedimiz vardı. Annemin gece onu dışarı çıkaracağını bilirdi. Dışarı çıkarmak derken soğuğa bırakılmazlardı, evimizin sıcacık bir bodrumu vardı, kediler orayı rahatça kullanırlardı. Ama bu kedi ağabeyimin ya da benim yatağımı tercih ederdi. Akşamın bir vakti ortadan kaybolurdu kedi. Yatma saatinde bütün diğer kediler dışarı çıkarılırdı, ama o ortada olmadığı için dışarıda olduğu sanılırdı. Herkes yattıktan, ışıklar kapatıldıktan bir süre sonra kedimiz saklandığı yerden çıkar ve yatağımıza atlardı. Bizim yatma saatimize göre saklanma saatini çok güzel ayarlardı.

Kitap beni anılarımda yolculuğa götürdü. Bütün kedilerimden bahsetmeye kalkarsam ben de bir kitap yazmış olacağım. En iyisi burada bırakmak...

26 Haziran 2010 Cumartesi

Saklanacak Bir Yer



Saklanacak Bir Yer
Elizabeth George

NTV Radyo'da yayınlanan Cinayet Masası'nın takipçilerindenim. Bu kitabın tanıtımını da ilk kez bu programda Sevin Okyay'dan dinlemiştim. Okunan bölümler hoşuma gitmiş ve okumam gerektiğini düşünmüştüm. Kitap piyasaya çıkana kadar unutmayayım diye adını yazıp buzdolabına yapıştırmıştım.

Öncelikle olayların Guernsey adasında geçiyor olması ilgimi çekmişti. Lise yıllarımda Victor Hugo'nun Deniz İşçileri'ni okuduğumda kitaptan çok ekilenmiştim. Kitaptakilerle birlikte kendimi Guernsey Adasında yaşıyor hissetmiş, sonrasında da  her dalgalı denizde, her kayalıklarla denizin buluştuğu noktada hayalimde Victor Hugo'nun Guernsey'i canlanmıştı.

Bu kitapla birlikte çağdaş Guernsey adasıyla buluşacağım için heyecanlanmıştım, polisiyeler de en sevdiğim kitap türlerinden olduğuna göre okumalıydım mutlaka.

Kitapta doğal olarak Hugo'nun tasvirlerinden eser yoktu. Limanın adı geçmeyecekti belli, artık uçaklarla yolculuk yapılıyordu. Toprak patika yolların yerini asfalt yollar almıştı ama gene de kıvrım kıvrım zor yollardı. Bu kez meydanda Victor Hugo'nun heykeli yer almıştı. Kitabın bir yerinde Hugo'nun Guernsey'ini hatırlatan bir şekilde halkın büyücü-cadı geçmişinden bir satırcık vardı.

Kitaba gelince;
Bestseller olmaktan uzak, fazla uzatılmış sıradan bir polisiyeydi. Kitap ilerledikçe herkesin katil olmak için o kadar çok sebebi ortaya çıkıyor ki, doğal olarak hiç sebebi yokmuş gibi görünen kişinin katil olduğunu tahmin ediyorsunuz.

Benim için kayda değer kısımları polisiye ile hiç ilgisi olmasa da dedektifçilik oynayan karı-koca ve iki ayrı ağabey-kardeşin ilişkileriydi.

Bir eşin sabrı, verdiği destek niye diğerini çileden çıkarır? Neden eşler birbirlerini sever ama güvenemezler? Yazarın karşı karşıya getirdiği akil  kocayla duygusal karısının ilişkilerini sorguladım kitap boyunca. -Neden hemen hemen okuduğum her romanda insanlar arası ilişkileri sorgulayıp duruyorum acaba? Bunu da sorgulasam iyi olacak.-

İnsan hayatında çocukluğunu paylaştığı, ortak anılarının olduğu, birbirlerinin maskesiz hallerini bildiği kardeşinin yeri bir başkadır (hele anne baba kaybedilmişse). Küçük kardeşlerin farklı bakışları temeliydi kitabın. Kardeşler arasında sınırsız bir affedicilik düşünebiliyorum, intikam hissini doğuracak davranışlar ve korkunç bir intikam olabilir mi gerçekten bilemiyorum.

20 Haziran 2010 Pazar

Antakya Tatları

Antakya Tatları


Favorimiz, tadına doyamadığımız tuzlu yoğurduyla,

Yorum yapılmasına gerek bile olmayan içli köftesiyle,


Ketesiyle,

Acılı, otlu pidesiyle,


Sıcak tatlı yiyemediğim için asla gerçek tadını bilemediğim künefesiyle Antakya tatlarını tattık geçen hafta.

Acaba kimlerin sayesinde?

Künefe  hariç diğerlerini pişiren tanımadığım eller,
Antakya'lı olmadığı halde Antakya'lı kayınpederimden tam not alan künefesiyle kayınvalidem,
Bu tatları taa uzaklardan taşıyan değerli Saim Dayı ve Sabahat Halamız,
En önemlisi de cennet mekan Abdullah Dedemiz sayesinde.







Kandillikler


Kandillikler

Rahmetli annem kandillerde pişi yapardı. Rahmetli babam da çorap,  kalem gibi küçük de olsa hediyeler alırdı kandillik olarak. Dualarımızın geri çevrilmeyeceği inancıyla içimizin ısındığı mübarek günlerin farklı ve güzel yönlerindendi bu davranışlar.

Kayınvalidem hala eski gelenekleri sürdürüyor. Tüm aile fertleri için ayrı ayrı küçük cici poşetler hazırlıyor. Olmazsa olmaz çoraplar, bereket paraları, küçükleri mutlu edecek şekerlemeler, büyükler için küçük ama şirin zarif hediyeler ile dolduruyor bu poşetleri. Bana unutturmadıkları ve hatırlattıkları için O'na teşekkür ediyorum.


17 Haziran 2010 Perşembe

Heyecanlı mısınız?


Okul bahçesinde çocuklarını bekleyen anne babalara soruyorlar. Cevap hep aynı "Biz onlardan daha heyecanlıyız".  Nasıl onlardan daha heyecanlı olabiliriz ki?

Sınava giren onlar, soruyu anlamaya çalışmak, çözebilmek, zamanında yetiştirebilmek, üstüne üstlük bir de kendilerinden daha heyacanlı olduğunu ifade eden anne babaların beklentilerini düşünmek zorunda kalan onlar.

Yetmiyormuş gibi sınavda başarılı olamazlarsa geleceklerinin kararacağı düşüncesiyle beyinleri yıkanan onlar.

Biz biliyoruz ki sınavları nasıl geçerse geçsin onları hala eskisi gibi seviyor olacağız, aynı şekilde yanlarında olacağız, destek olmaya devam edeceğiz. Ama onlar henüz bunun farkında değiller, asıl bu  nedenle bizden daha çok heyecanlılar.

.....

Yavrum, bir tanecik kızım bu hafta ve önümüzdeki hafta sonu LYS'ye giriyor. Yüreğim ve dualarım onunla. Hiç heyecanlı değilim diyemem, ama onun benden daha heyecanlı olduğunu biliyorum. Yüreğimde bir sıkıntı var, doğru. Ama nedeni  sınavın onun beyninde ve yüreğinde bırakabileceği muhtemel yan etkiler.

Allah'tan dileğim, emeklerinin -onun için hayırlı olacak- karşılığını alması.  

Sınava girecek bütün çocuklar için bu mübarek kandil gecesinde dua edelim. Allah hayırlı dualarımızı kabul etsin.

13 Haziran 2010 Pazar

Çavdar Tarlasında Çocuklar

Çavdar Tarlasında Çocuklar

J.D. Salinger

Ölüm haberini öğrendiğimde, sıradışı yazarın bu sıradışı kitabını okuma listeme almıştım. 6 aylık bir gecikmeden sonra okuyabildim.

Bir ergenin ağzından anlatıldığı için her paragrafta geçen “lanet” ve “filan” sözcüklerinin yerine kendi ergenliğimin sık kullanılan kelimelerini yerleştirsem ve erkek düşüncelerini atıp kız zihnini koysam ben de böyle düşünüyordum (yaşıyordum değil!) derim hatta ileri gidip hala bu çelişkileri yaşıyorum derim. Ergenliğimi atlatamadığımdan mı yoksa baskılanmış isyankarlığımdan mı bilemiyorum.

Sanırım çoğu insan kendinden çok şey bulur bu kitapta. Hele kitabın sonu tersini iddia ediyor gibi görünse de  % 99.9’umuzun yaptığı gibi erişkin dünyasına teslim oluşla bittiğine göre.

12 Haziran 2010 Cumartesi

Ekmeğimi Kazanırken

Ekmeğimi Kazanırken


M.Gorki

Üç kitaplık bir seriye ortadan başlamak pek akıl karı değil ama ben öyle yaptım. Gorki’nin kendi yaşam öyküsünü anlattığı seriye ortadan başladım. Ama okumakta hiç zorluk çekmedim, bağlantı kopuklukları yaşamadım.

Bir dönem kitabı olmasına rağmen çok da uzak gelmedi bana. Filmlerde gördüğümüz ya da Dickens’in romanlarındaki kadar yaşanamayacak bir iş hayatı yoktu yazarın. Veya günümüzde de insanlar benzer, belki de daha kötü çalışma koşullarına sahipler, o nedenle farklı gelmedi bana.

Toplumların ortak özellikleri hep ilgimi çekmiştir. Rus yazarların kitaplarındaki ortak noktalardan biri de semavere düşkünlükleri. O kadar hoşuma gidiyor ki hemen semaveri yakmaları, çay demlemeleri. Çocukluğumun misafirliklerini hatırlıyorum. Acaba semaverden kasıtları bizim bildiğimiz semaverler mi diye sorguladığımda kayınvalidemin aile yadigarı semaverinin Rus malı olduğunu öğrenmiştim.

Daha eski Rus yazarlarının kahramanları genellikle aristokratlar veya sınıf atlamaya çalışan nispeten eğitimli kişilerdir. Bu kitapta sıradan insanlar söz konusu. Dikkatimi çeken noktalardan biri de her iki grubun da köylülere bakışı. Köylüleri hep aşağılık, geri, ayyaş ve tembel olarak kabul ediyorlar. Sovyet devrimini ister istemez işçi değil de köylü devrimi olmalı diye düşündürüyor bu bana. Yeni Rus yazarlarını tanımıyorum, kitaplarını bilmiyorum. Ama merak ediyorum, hala sınıf ayrımı yapılıyor ve köylüler aşağılanıyor mu diye.

10 Haziran 2010 Perşembe

Saçma Tava


Saçma Tava

Sevgi Hanım'ın tarifini denedim. Muhteşem oldu. Daha önce sevgili Bendigar’dan gördüğüm şekilde yapıyordum. Sadece patates, kıyma ve baharatla. Belki ben tarifi yanlış hatırlıyordum, onda da soğan domates var mıydı emin değilim. O da çok güzel oluyordu hakkını vermeliyim.

Saçma Tava çok lezzetli bir sebze kebabı olarak ana yemek olmayı  hak ediyor. Yalnız pişmesi uzun sürüyor. İlk olarak bu yemeği fırına verip, bir salata, bir çorba ve bir zeytinyağlı sebze hazırlanıp çok kısa zamanda mükemmel bir ana yemekle güzel bir sofra kurulabiliyor.

Orijinal tarifi Sevgi Hanım’ın bloğunda bulabilirsiniz. Benim malzemelerim biraz farklı oldu. Dolapta bir tanecik kabağım kalmış, öksüz kalmasın dedim onu da ekledim. Soğanları halka doğramadım, oğlum yerken ayıklamasın diye. Patlıcan kabuklarını soymadım, kabukların lezzetini çok sevdiğim için. Sarımsaktan bu seferlik vazgeçmek zorunda kaldım.

Benim tarifim:

Malzemeler:

4 adet orta boy patates,
1 adet kabak
1 adet patlıcan
4 adet domates
5 adet çarliston biber
1 büyük boy soğan
250 gr kıyma
½ çay bardağı çiçek yağı
1/2’şer çay kaşığı karabiber, kırmızı biber
Tuz

Yapılışı

Patates, patlıcan, kabak ve domatesi yıkayıp kabuklarını soyduktan sonra küçük küpler halinde doğradım. Soğanı çok ince çenttim Tüm malzeme kenarları yüksek bir fırın tepsisi içine koyarak iyice karıştırdım. 200 C de 1,5 saat pişirdim. İlk yarım saatten sonra her 15 dakikada bir alt üst edilerek karıştırdım. Aslında daha kısa zamanda pişiyor ancak ben çıtır çıtır kavrulmasını da istediğim için biraz fazla tuttum.

Afiyet olsun.

6 Haziran 2010 Pazar

Damlasakızlı Sütlaç




Damlasakızlı Sütlaç

Rahmetli ninemin çocukluk anılarında sütlacın özel bir yeri vardı. Kurtuluş savaşı öncesi ninem ve  kardeşi daha küçücük çocukken köyümüzü Yunanlılar işgal etmiş. Babasının, 8 yıllık askerliğin ardından köye dönmesi ile birlikte  alabildikleri eşyalarını yüklenip yola koyulmak, daha içlere doğru göç etmek zorunda kalmışlar.  İşgalin henüz uğramadığı bir kasabaya geldiklerinde kasabanın çocukları onları "bitli macırlar geldi" diye taşlamaya başlamış. Ne gariptir ki  yaşlı bir yerli Rum kadın, evini onlara açmış, ilk olarak da aç, yorgun kardeşlere sütlaç ikram etmiş. Kurtuluş Savaşı kazanılıp babaları dönene kadar yaşlı Rum hanımın evinde kalmışlar, ama ninemin zihninde çocuklar tarafından taşlanması ve ikram edilen sütlaç kalmıştı.

Ninemin usulünde pirinçler bir gece önceden sıcak suyla ıslatılır, ertesi gün süzülür ve havanda dövüldükten sonra pişirilir. Üstelik bu sütlaç çay, kahve yerine misafirlere ikram edilir. Ben ise önce pişiriyor sonra rondodan geçiriyorum.  İşte benim tarifim:

Malzemeler:

1 su bardağı pirinç
3 su bardağı su
1 veya 1,5 su bardağı toz şeker (ağız tadınıza göre)
1 litre süt
2 diş damlasakızı

Yapılışı:

Pirinç yıkanır, 3 su bardağı su ile suyunu çekene kadar kısık ateşte kaynatılır. Sıcakken rondodan geçirilir. Süt eklenir. Oluşmuş topaklar varsa ayrılına kadar karıştırılır. Havanda dövülmüş damla sakızları eklenir. Tencerenin altı tekrar yakılır, kaynayıncaya kadar ara ara karıştırılır. Sürekli karıştırılarak 5 dakika daha kaynatılır. Şekeri eklenir. 2-3 dakika daha karıştırılarak kaynatılır, hem pirinçler şekeri içine alır,  hem de nişasta gibi bir sertleştiriciye ihtiyaç olmadan koyulaşması sağlanır.

Tabaklara dağıtıldıktan sonra oda sıcaklığına kadar soğuması beklenir. Daha sonra buzdolabına kaldırılır. Buzdolabında 3-4 saat bekledikten sonra ideal kıvamını kazanır.

Kızım küçükken süt-ilaç derdi. Gerçekten mideyi rahatlatan ilaç gibi gelen bir tatlı.

Afiyet olsun.

5 Haziran 2010 Cumartesi

Erik Ekşili Taze Yaprak Sarması


Erik Ekşili Taze Yaprak Sarması

Sarmalık taze yapraklar çıktığında bahçemizdeki erik ağacı da ekşi eriklerini vermiş olurdu. Rahmetli annem de erikli zeytinyağlı yaprak sarması yapardı. Eşimin son aldığı erikler tam da bu yemeğe uygundu. Ben de hemen yaptım. 

Sevgili arkadaşım Figen bir sıra sarma bir sıra dilimlenmiş ekşi elma şeklinde sarma yaptıklarını elmanın ekşisinin ve lezzetinin sarmaya çok güzel bir tat kattığından bahsetmişti.  Bu tarifi hep denemek istedim ama yeterli ekşilikte elma denk gelmedi.

Malzemeler:

500 gr taze sultani yaprak
2,5 su bardağı pilavlık pirinç
2 büyük boy soğan
3 orta boy domates
3/4 çay bardağı zeytinyağı
1/2'şar demet maydanoz, dereotu, nane
Tuz, karabiber, kimyon, kekik
2-3 avuç ekşi erik

Yapılışı:

Yapraklar yıkandıktan sonra 8-10 yapraklık gruplar halinde kaynayan suda 1-1,5 dakika haşlanır.
Pirinçler yıkanır, ince kıyılmış soğan, küçük doğranmış domates ve kıyılmış yeşilliklerle karıştırılır. Yağ, tuz ve baharatlar eklenir.

Tencerenin dibine yıkanmış dereotu, maydanoz sapları yerleştirilir. Üzerine bir sıra yaprak serilir. Sarılmış yapraklar tencereye dikey olarak yerleştirilir.

(Annem zeytinyağlı yaprak sarmalarını dikey dizerdi. Ben de ondan öğrendiğim şekilde yapıyorum. Tavsiye ederim. Ön pişirmeden geçmemiş pirinç böyle daha iyi pişiyor, dikey sarmaların arasından buhar geçerken eşit pişirme sağlıyor.  Alttakilerin canı çıkmıyor, üsttekiler diri kalmıyor. Tencerenin boyutunu iyi seçmek önemli, asla boşluk kalmamalı, kalırsa patatesle doldurabilirsiniz sarmaların açılmaması için.)

Sarmaların üzerine bir sıra yaprak serildikten sonra bir sıra ekşi erik sıralanır. Bir iç kapak kapatılır. Yarım çay bardağı su eklenir, kapağı kapatılır. Kaynayıncaya kadar orta ateşte, kaynadıktan sonra kısık ateşte 40-45 dakika pişirilir. Suyunu çektikçe yarımşar çay bardağı sıcak su ilave edilir. Pirinçlerin lapalaşmaması için su azar azar konmalı, alttaki maydanoz saplarının üzerini aşmamalıdır.

Yeterince piştikten sonra ılıyıncaya kadar kapağı açılmamalıdır. Benim fotoğraf çekmek için yaptığım gibi acele eder de açarsanız, yaprakların üzeri kurur ve kararır.

Pişen eriklere gelince, ekşilerini sarmaya verdikleri için görevlerini tamamlamışlardır, atabilirsiniz ya da seviyorsanız bir iki tanesini tadabilirsiniz.

Afiyet olsun.

3 Haziran 2010 Perşembe

Zeytinyağlı Bezelye


Zeytinyağlı Bezelye

Bezelyenin toplarından çok kabuklarını severim.  Ne yazık ki ayıklaması zaman alıcı olduğundan çok sık yaptığım bir yemek değil. Bu yılın ilk bezelye yemeğini henüz pişirdim. Şansıma  bezelye çok güzeldi, yemeği de çok lezzetli oldu.

Malzemeler

1 kg bezelye,
4 orta boy domates,
1 orta boy kuru soğan,
Zeytinyağı,
Tuz

Yapılışı
Önce bezelyelerin içi çıkarılır, kabukları zarlarından sıyrılır.  Bu aşamada çok dikkatli olmak gerekli, unutulmuş küçücük bir zar parçası ağza geldiğinde yemeğin bütün tadını kaçıracaktır.

Sebzeler yıkandıktan sonra soğanlar doğranır. (Bezelye pişirirken yağı çok az koyuyorum, soğanların kavrulmasına yetecek kadar. Bunun için de iki çorba kaşığı yeterli oluyor. Bir de bezelye oldukça tatlı bir sebze olduğundan şeker ilave etmiyorum.) Soğanlar sararacak fakat pembeleşmeyecek kıvamda kavrulduktan sonra küçük doğranmış domatesler  ve tuz eklenir . İki - üç kez çevirdikten sonra bezelyeler konur. Tencerenin kapağı kapatılır  ara ara karıştırılarak suyunu çekene dek pişirilir. Suyunu çektikten sonra üzerini 1 parmak geçecek kadar sıcak su ilave edilir. Ateş kısılır ve 30-35 dakika pişirilir. Soğuduktan sonra servis edilir.

Afiyet olsun.

Related Posts with Thumbnails