Bir kedisever olan babaannesinden başka bir kedisever olan kızıma hediye olan bu kitabı diğer bir kedisever olan ben de okudum.
Çıldırdım, imrendim, hayıflandım, gülümsedim, anlayamadım, kızdım.
Çıldırdım: Yazıların düzeltilmesi işinden vaz mı geçildi artık? Redaktörlük mesleği ortadan mı kalktı? Çok satanlar listesinden kitap yayınlıyorlar, bizde de pek çok reklamı yapılıyor. Ama redaksiyon diye bir şey yok. Toptan dilbilgisini unuttuk, eğitiminizin hali de zaten içler acısı, size bu kadarı fazla bile, satın alın, okumasanız da olur mu demek istiyorlar.
Bırakın ince ayrıntıları, özne-yüklem uyumsuzlukları gibi korkunç hataları bile düzeltmemişler.
Ya çeviriye ne demeli? Kediye verilen Dewey Redmore Books ismi, kitabın ilerleyen bölümlerinde Dewey Redmore Kitapları olarak geçip duruyor. Dewey'in kitapları mı diyorsunuz sonra a yok, yok... Dewey'den bahsediyormuş meğerse.
Çeviren mi yazar mı hatalı bilemiyorum. Kasaba nüfusları bir bakıyorsunuz milyonlarda, bir bakıyorsunuz binlerde. Bir tek katlı ev oluyor, bir merdivenli ev. Bir 1800'lerdesiniz, sonra 1900'lerde, ardından gene 1800'lü yıllar.
İmrendim: Bir kütüphanenin şehrin kalbi olması ne kadar güzel. Kitap okumayı çok seven biri olmama rağmen ilimin kütüphanesine gidişim o kadar az ki. Üstelik bunlar internet öncesi çağda zorunlu okul ödevlerimi yapmak için ansiklopedilere ulaşmak amacıylaydı.
Kütüphane çalışanlarının şehirlerinin ihtiyaçlarına göre kütüpheneyi yönlendiriyor, getirdikleri kitapların seçiminde günün koşullarını gözönüne alıyor, kendi kendine meslek edinme kitaplarına öncelik veriyorlardı. Çalışan anne sayısı artınca, okuldan çıkan çocukların gelip hem güzel vakit geçereceği hem de bilgileneceği ortamlar hazırlıyorlardı. Yaşlılar için hem dinlenme hem de huzur bulunan bir mekan oluşturuyorlardı.
Hayıflandım: Bizim kütüphanelerimiz niye onların ki gibi değil?
Nedeni basit aslında. Çünkü o kütüphaneler bizim değil. Yukarıdan emirle kurulmuş. Biz talep etmemişiz, sahip de çıkmıyoruz, benimsemiyoruz da. Orada çalışanlar da maaşını devletten alıp, halkı umursamıyor. Oysa biraz katkımız olsaydı, beklentilerimzi karşılaması için zorlardık. Küçük bir azınlık dışında o binalardan uzak duruyoruz. Çalışanları da, kütüphanelere kitap alımını yapanları da uzak durmamızla memnun ediyoruz.
Bizim kütüphanecilerimiz (istisnalar muhakkak vardır, onlar kusuruma bakmasın lütfen) çatık kaşları ile sadece "susun!" diyen, bir soru soracak olursanız, neredeyse gözleri ile sizi döven, hayattan bezmiş insanlar olarak yer etmiş zihnimde.
Gülümsedim: Dewey de bir kedi işte. Kediseverler ne demek istediğimi anladılar hemen. Bizatihi kedi olmaları yeterlidir zaten. Pek çok kedim oldu, pek çok da kedi tanıdım. Dewey de beni şaşırtmadı. Kediler siz yatarken gelip göğsünüze oturdular mı yüzünüze arkalarını çeviriler. Bunun altında hiç derin manalar aramadım ben. Nefesimizin yüzlerine gelmesinden hoşlanmıyorlar bana göre. Kedilerin yükseklik saplantıları vardır. Her zaman bulundukları mekanın en yüksek yerinde oturup herşeye hakim olmak isterler. Çocukluğumda (Dewey'in paket lastiklerini yiyişi gibi) patlamış plastik balonlarımızı iştahla yiyen bir kedimiz vardı. Dewey de bunlar gibi her kedide bulunabilen ve onları bizim için özel kılan meziyetlere sahip. Ama benim, en çok ilgiye muhtaç insanı seçip ona giden kedim hiç olmamıştı.
Anlayamadım: İnsan sevdiği bir şeyin ölümüne nasıl karar verir?
Çocukluğumda köyümüze gittiğimiz bir bayram günü sokaklarda başıboş gezen bir eşek görmüştüm. Garip bir hali vardı. Ne olduğunu sorduğumda halam eşeğin yaşlılıktan kör olduğunu ve sahibinin onu azad ettiğini söylemişti. Şaşırmış bir o kadar da üzülmüştüm. Yıllarca hayvandan yararlan, işgöremez olunca da sokaklara terket. Acıyıp yemek veren olursa ne ala, karnını doyurmayı başaramazsa da bırak ölsün. Ne kadar vefasızlık...
Yabancılarda uzun süredir uygulanan, bizde de artık yerleşmeye başlayan bir uygulama hayvanların uyutulması. Allah beni böyle bir kararı vermek zorunda bırakmasın diye dua ediyorum, yine de anlayamadığımı ifade etmek zorundayım. Acılar içinde kalıp ölümü isteyebilir hale gelebiliriz belki. Ama ben canı Allah'ın verdiği ve onun alması gerektiğine inananlardanım. Hele konuşamayan hayvanların ölümü istediklerine nasıl ikna olabilirim. Allah beni, "O kadar çok seviyorum ki acı çekmesine razı olamam" demek durumunda bırakmasın, bir canlının ölümüne de aracı kılmasın diyorum gene.
Kızdım:
"Acı çekiyor mu doktor?"
"Muhtemelen"
"Peki, uyutun o zaman"
Zaten artık çok yaşlandı, tüylerinin rengi de soldu, tuvalet sorunu da var. "Kütüphane için kötü bir imaj oluşturuyor" diye istemeyenler de çoğaldı. Ekonomik ömrünü tamamladı velhasıl. Ona borcumuz da yok. Besledik, sevdik yetmez mi? Artık sevgimizi hakedecek bir şey yapamıyor. Hadi güle güle.
Bugün hayvanlara, yarın insanlara.
"Acı çekiyor mu doktor?"
"Muhtemelen"
"Peki, uyutun o zaman"
Zaten artık çok yaşlandı, eli ayağı da doğru dürüst tutmuyor. Şekeri, kalbi var. Tedavi giderleri sosyal güvenlik kurumunun sırtında yük. Ekonomik ömrünü tamamladı velhasıl. Ona borcumuz da yok. Artık gitmeli. Hadi güle güle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder