Eco romanlarını okumayı seviyorum. Kurgu karakterlerini
tarihsel olaylarla bütünleştirirken bana salt hayal satmıyor. Tarihi ve
yabancısı olduğum kültürleri de aktarıyor. Bu aktarım sırasında da beni epey
zorluyor. ‘Google’lama romanları der oldum son zamanlarda beni iyice zorlayan
bu tür romanlara.
Eskiden yazarın veya çevirmenin eklediği dipnotlar veya uzun
sonnotlarla yayınlanırdı bu tarz kitaplar. Artık başvuracağım kitap içi
referanslar yok malesef. İyi ki elimin altında internet var da okuduklarımı anlayabiliyorum.
İkide bir internetten birşeyler aramak okuma konsantrasyonumu ve zevkimi de
bozmuyor değil ama bilgim, kültürüm yetersiz diyerek okumaktan da vazgeçmek
istemiyorum.
Anlatılan olayları daha iyi kavramak için tarihsel bilgilere
bakıyordum, bilmediğim terimlerin anlamlarını araştırıyordum, dünyayı
yönlendiren öğretilerin temel bilgilerine göz gezdiriyordum. Şimdi yazarlar bir
adım daha öteye gitti göndermelerinde. Yeni kitapları okurken sürekli ‘google’ma yapıyordum. Yazar bir ifadeyi mi veya
bir giysiyi mi tarif edecek, falanca ressamın falanca tablosundaki gibi
diyordu. Google’dan o resmi aramam gerekiyordu. Bir duyguyu mu anlatacak,
falanca bestecinin filanca eserinin verdiği duygu diyordu. Sayelerinde müzik
dinleyip resim galerilerinde dolaştım sağolsunlar. Dünya sanatına aşina olmak
güzel de, göndermelerin yoğunluğu benim kitap okumamı zorlaştırıyor
Eco da göndermeleri seven bir yazar. Sıfır Sayı da
göndermelerden bol bol nasibini almış. Üstelik kitaptaki “negro” yazar olan kahramanına
bu tür anlatımlardan söz ettirerek benim gibilere müstehzi bir göz kırpmayla
selam gönderiyor, böyle bir romanı okumak için okuyucuları sanat tarihi
dergilerini karıştırmak zorunda bırakmaktan duyduğu hazzı gizlemiyor. Kitabın
kahramanı gibi Eco da birinin bakışını veya ruh halini mi anlatmak istiyor,
hemen başvuruyor göndermelere.
“Bana İsmail de” anlaşılabilir bir gönderme. Ne de olsa hepimiz
Moby Dick’i ya okudu ya da seyretti. Gerçi onda da, İslam kültürünün aktardığı İsmail
ile bağdaştırmakta zorlanıp Eski Ahit’teki İsmail yorumuyla düşünmek zorunda
kalmak gibi karmaşa yaşıyorum kendi adıma.
Ama Pulitzer ödüllü bir yazarın filmi de çekilmiş San Luis
Rey Köprüsü’ne gelince bocalamak bile değil, doğrudan anlamıyorum. Haydi başvur
Google’a. Bu kitabı okumamış olmak benim eksiğimdir ama gazetici topluluğunun
halini anlamak için şimdi ben o kitabı okumalı veya filmini mi izlemeliyim?
Edebiyatçılar betimleme yapmayı beceremez mi oldular diye
düşünmüyorum. Sanırım onlar da zamanın anlayışına göre yazıyorlar. Televizyonun
görselliğine boğulmuş yeni nesil okur uzun uzun tasvirler okumayı sevmiyor.
Olaya odaklanmak, onları da hızla okuyup geçip sonuca ulaşmak istiyor. Olayın
kişiye ve eşyaya, eşyanın ve kişinin olaya etkileri pek de önemli değil
onlar için. Oysa bir eski nesil okuyucu
olan benim için sonuca ulaşmak yeterli değil. Sonuca doğru yol alırken ortaya
çıkan etkileşimler ve kitapta kendimi kaybetme hazzı daha önemli.
Betimlemeler olmayınca kitap belgesel canlandırması gibi
geliyor bana. Hani vardır ya belgeselde anlatıcı konuşurken, oyuncular o çağın
kıyafetleri ile hayali bir mekanda olayı canlandırılar. Olayın kahramanlarını
içselleştirmeden, acılarından sevinçlerinden etkilenmeden, bir zamanlar böyle
birşeyler olmuş diye izlenen türden. İşte öyle oldu Sıfır Sayı’yı okumak. Okudum
ders kitabı okur gibi. Çok şey öğrendim somut kötü gazetecilik örneklerinden.
II.Dünya Savaşı’na göz attım. Amerikan kültürünün yayılmacılığının sadece bizi
değil Avrupa Kültürünü de kemirdiğini gördüm. İş hayatında kadın olmanın
problemleri bir kez daha önüme geldi. Bilmediğim bir çok tanım ve kavramla
tanıştım. Ne var ki Foucault Sarkacı’nda Casaubon ve Belbo ile ordan oraya koştururken, onlarla üzülür,
onlarla heyecanlanır, onlarla korkarken, Colonna’yı uzaktan bakan bir seyirci
gibi izlemekle kaldım.
Eco’nun önceki kitap karakterlerinin Colonna’ya üstünlüğü
yoktu. Hepsi kaybedendi. Kimi hem kaybedendi hem de kaybolmuştu. Colonna’yı
benimseyememin nedeni yeni nesil okura yönelik betimlemelerden uzak anlatım
olabilir mi?
Ne kötü gazetecilik, ne mussolini teorileri, ne ülkemize kadar uzanmış gladio, ne de güç savaşlarında piyon olanlar... Bu kitapta anlatılanlardan çok yazım tarzına takılıp kaldım. Oysa bu ne Eco için ne de benim için yeniydi. Yeni olan eski nesil bir okuyucu olduğumu kabullenişimin ağırlıydı.
İyi okumalar...
2 yorum:
:) bu kadar olmaz tam yayınladım siz de okudunuz mu diye soracakken yazıyla karşılaşmak çok hoştu...
Eco'nun göndermeleri için ayrı bir kitap basmalı diyorum hep ... anlayamadığım için de kasmıyorum artık :)ama araştırmadan da olmuyor bazı şeyleri ... ben de giremedim fazlasıyla içine çok fazla italyan ismi içinde kayboldum galiba...
başka kitaplar da buluşabilmek umuduyla bu arada kitap yazılarıma yapacağınız yorumları çok merak ederek bekliyorum sevgiler...
Goog lama deyimine bayildim.
Umberto Eco ya cok takilmadim ben, galiba iki kitabini okudum, cokca filmleri seyrettim.
Konsantrasyonu bozuyor diyorsun ya bir yandan da I pad dn kopmama hazzi var aslinda. Yani bence,meskisi kadar konsantre olup bir fill, bir saat kitap okuyamiyorum mesla ben. Dolayisiyla arada, ansiklobedi karistirmadan istedigin envai cesit bilgiye ulasabildigin, okumali arastirmali google- kitap okuma sanslarim yeni favorilerim arasinda.
Operim
Geveze anne
Yorum Gönder