Hella S. Haasse
Biraz alay biraz küçümseme ile yaklaşırlar uzatılan mikrofona belgesel izliyorum diyen orta yaştaki halka. Bilmezler ki benim yaşımdakiler tv'de Kaptan Kusto belgeselleri izleyerek büyüdü. Mayamıza işledi belgeseller ve o tutkumuzu hala sürdürüyoruz. Hem eskisi gibi tek kanalda ne çıkarsa bahtımıza değil. Artık her beğeniye hitap edecek belgesellerle dolu kanallar. Örneğin ben hayvanların birbirini avlamalarını veya çiftleşmelerini gösteren belgeselleri sevmiyorum ama bir çengelli iğnenin yapılışını veya devasa bir maden ocağını gösteren veya uzayı anlatan belgeselleri severek izliyorum.
Televizyonumuzun siyah beyaz dünyasında bir
belgesel vardı. Adını hatırlamıyorum. Elinden kara kaplı kalın
kitabıyla bizi rönesans İtalya'sına götüren bir anlatıcısı vardı. Da Vinci resimlerindeki gibi yarı gölgeler yansırdı ekrana. Mum ışığının
loşluğunda rönesansın aydınlığını anlatırdı.
Heyecanla izler, merakla beklerdim bir sonraki bölümünü. Şapeldeki iskeleye uzanır anlamını bilmediğim güzelliklere bakardım Mikelanjelo ile. Koca mermer bloğunda gizlenmiş adamın doğuşunu izlerdim hayran hayran. Da Vinci ile kırlarda koşar, hayali kanatlarımı çırpardım. Kurusun diye yaktığı ateşin sıcaklığından eriyip giden güzelim resimler için üzüntüm bile dün gibi hatıralarımda.
Çocuk dünyamda içime işleyen belgeseldeki İtalya, erişkin dünyamda Ortaçağ ve Rönesans günlerinde geçen romanlara merakı getirdi. Bu kitapları okurken hep o belgeseldeki gibi loş mekanlarda, sanat eserlerinin etrafında dolaşıyormuş gibi oluyorum.
1500'lü yılların İtalyasında geçen bir kitap Günah Şehri. Kitabı okumak için tek nedenim geçtiği yıllardı. Değdi de okuduğuma, Rönesans İtalya'sında yaşadım yeniden.
Orjinal dilinde adı Günah Şehri anlamına mı geliyor bilmiyorum ama Türkçe'ye bu adla çevrilmiş, kitaba da yakışmış.
Kitapta adı geçen önemli karakterlerin hatta kahramanın da gerçek kişiler olması okumayı daha da zevkli hale getirdi. Alışık olduğumuz şekilde tarihi şahsiyetlerin bir kurgusu da değildi karakterler. Bilindikleri, var oldukları halleriyle kitaptaydılar. Sadece kahraman için kurgu yapılmıştı ama zaten o gerçek bir kişi olsa da hakkında birşey bilinmediği için gerçeğe uygunsuzluk yargısıyla kitabın zevkini öldürmesi olası değildi.
İçinde büyüdüğü soylu ailenin bir ferdiydi Giovannini Borgia, hatta bir süreliğine de olsa küçük bir şehrin sahibi olmuştu. Ama bir eksiği vardı, kim olduğunu bilmiyordu. Ne annesi vardı ne de babası. Yaşamı boyunca ordan oraya sürüklenirken, kimliği kurcalıyordu aklını. Yanlış anlaşılmasın, dedektiflik romanı değil, ruhun sürüklenişini anlatan bir kitap.
Yazar sadece kahramanın hikayesini anlatmakla kalmamış. Dönemin sosyolojik yapısını, siyasal çekişmelerini yoğun biçimde katmış bu hikayeye. Araya da Makyevel'den Mikelanjelo'ya dönemin öne çıkmış adlarının başrole geçtiği bölümler eklemiş. Her biri ana konuyla ilintili düşüncelere yer veriyor. Ama itiraf etmeliyim çok zorladı, bağlantıyı kaybettiğim anda ne okuyordum ben şaşkınlığına düşürdü beni. Aslında bu bölümler tek başına bağımsız olarak da okunmaya da değer. Neden kitabın adının Günah Şehri olduğu da Borgio'nun kökenine indirgenecek kadar basit değil, asıl bu bölümlerde gizli.
İyi okumalar...
2 yorum:
anlattığın gibi büyümek rüya misali darısı şimdiki çocukların başına ... ruhun sürüklenişi durumu çekti beni dönem de eklenince keyifli mi olur ama zorladı demişsin ... en iyisi bir düşüneyim:)
Aslında yazarın anlatımı çok güzel. Ben ara vererek okumak zorunda kaldım. Biraz da o nedenle zorlandım. Nerde kalmıştım, buraya nasıl atladım karmaşasının kökeninde belki de okumaya 2-3 gün aralarla devam etmem neden oldu. Genellikle bir kitabı elime alıp sürekli okuyarak 3-4 günde bitirince daha kolay anlıyorum, kopukluk olmuyor.
Sakin sakin, akıl başka şeye takılıyken değil, kafa boşaltmaya yardımcı olması için değil de ciddi ciddi düşünerek kendini vererek okumayı gerektiriyor.
Yorum Gönder