14 Ağustos 2014 Perşembe

Izgara Kabak Salatası


Salata dediğime bakmayın, bir tabakta bir öğünlük yemek oldu bize. Hem de yaz sıcakları ile dost bir yemek...

Neler kullandım:
2 adet sakız kabağı
Bal kabağı, yaklaşık bir sakız kabağı büyüklüğünde bir parça
2 dilim ekmek
2 dilim beyaz peynir
Bir tutam maydanoz, nane, dereotu
1 diş sarmısak
1 limonun suyu
2 çorba kaşığı sızma zeytinyağı
İri çekilmiş karabiber
Tuz

Nasıl yaptım:
Kabakları boylamasına ince ince dildim, ekmekleri küp küp doğradım, ızgarada kızarttım.

Samısağı tuzla iyice ezdim. Limon suyu, zeytinyağı, karabiber ve kıyılmış yeşilliklerle karıştırarak bir sos hazırladım. Izgarada kızarmış ekmek küplerini bu sosun içine koyarak harmanladım. Ekmekleri karışımdan alarak servis tabağının ortasına yerleştirdim. Izgara kabakları üzerine koydum. Beyaz peyniri elimle ufaladım. Kapta kalan sosu kabakların üzerine gezdirdim.

Afiyet olsun....

12 Ağustos 2014 Salı

Karpuz Pizza


Çocuklar görmüş nette dolaşırken karpuz pizza resimlerini. Bana da telefon ekranından gösterdiler. Tarif yoktu, benim de tarif aramaya mecalim. Kendimce bu karpuz pizzayı uydurdum. Sonra nete kavuşunca baktım bloglara, pek çok karpuz pizza tarifi vardı. Peynirli maydanozludan üzerine çilek reçeli sürülüp meyve serpiştirililenine kadar. Benimki de jöleli karpuz pizza olarak yer alsın sayfalarda.

Kolay olmadı yapmam, hayalimdeki gibi de olmadı. Karpuz pek gevrekti, bıçağı gördüğü anda çatladı kabuğu, şöyle gönlümce güzel bir yuvarlak çıkaramadım. Eğri büğrü, inişli çıkışlı birşey oldu. 

Çekirdekleri çıkarmalıyım diyince de göçükler oluştu yüzeyde. Üstteki çekirdek boşluklarına fındık yerleştirerek doldurmaya çalıştım ama içtekiler çökmeye devam etti. 

Evde şeftali ve üzüm vardı, onları da keserek fındıkların yanına dizdim. Üstüne jöle dökersem meyveler oynamaz yerinden diye düşündüm. Jöleyi tarifine göre yarım ölçü olarak hazırladım. Hafif kıvam almaya başlayınca karpuzun üzerine döktüm. Karpuzu yerleştirdiğim kap tam karpuz yuvarlağı boyutunda olmayınca kenarlardan aktı doğal olarak. Katılaşınca akan jöleleri kesip çıkardım.

Duzdolabında soğutup jöle donar donmaz dilimleyip  yemek gerekiyor. Kalan dilimlerde karpuz sulandığı için jöle de yerinden oynadı. Karpuzu ayrı jöleyi ayrı yemek gerekti. 

Sanırım en güzel yeme şekli küçük üçgenlere kesip yeşilinden tutarak ısıra ısıra yemek.

Afiyet olsun...

5 Ağustos 2014 Salı

Börek - Malzeme değerlendirmece


Eşimin mutfağa ilgisi devam ediyor. Blogları dolaşıp tarif alıyor. Evde krem peynir yapımı önerisi okumuş. Lor peyniri krema ile çırparak kahvaltılık ekmeğe sürmelik peynir hazırlamış. 

Tuzsuz lor peyniri ve çiğ kremanın dayanma süresi uzun değil. Yaptığı miktar da kısa sürede tüketilmeyecek kadar çok olunca, bir kısmını börek yapımında kullanmaya karar verdim. Ortaya bu börekler çıktı.

Neler kullandım
Yaklaşık 500 gram kadar lor ve krema karışımı
4 çorba kaşığı sıvı yağ
1 su barağı süt
4 adet hazır yufka
Kıyılmış nane, maydanoz, dereotu, hepsi toplam bir kase kadar
2 yumurta
1-2 çorba kaşığı galeta unu

Nasıl yaptım
Lor-krema karışımına süt, sıvı yağ ve kıyılmış yeşillikleri ekleyip karıştırdım.

Bir yufkayı tezgaha açtım, tüm yüzeyine kolay sürülebilir haldeki harçtan sürdüm. Üzerine ikinci yufkayı koydum, yine harç sürdüm. Yufkayı sararak rulo haline getirdim. Aynı işlemi diğer iki yufka ile tekrarladım.

2 saat kadar buzdolabında beklettikten sonra yaklaşık 3 santim uzunluğunda kestim.

Fırına girince krema kestiğim yerlerden akmasın diye bir çeşit mühürleme yaptım. 2 yumurtayı beyazı ve sarısı karışık olacak şekilde çırptım. Kestiğim böreklerin her iki ucunu önce  yumurtaya  sonra galeta ununa batırararak yağlı kağıt serdiğim tepsiye dizdim. Kalan yumurtayı da fırça ile üzerlerine sürdüm.

200 derecede 50 dakika pişirdim. Dışı çıtır, içi yumuşak, puf puf börekçikler oldular.

Afiyet olsun...


4 Ağustos 2014 Pazartesi

Prag Mezalığı

 

Prag Mezarlığı - Umberto Eco

Sevgili Mine, kitapları hatırlatınca son okuduğum kitapları blogumda paylaşmadığımı fark ettim. 

Her ne kadar yemek ağırlıklı olsa da burası bir günlük, tarif vermek için değil de yaptıklarımı paylaşmak için. Bir fikir alıp da uygulamaya koyan olursa benim için mutlu olacağım bir artıdır bu, fakat amacım değildir kesinlikle tariflerimin kullanılması. Öyleyse gönül rahatlığıyla paylaşabilirim pişirdiklerimi, okuduklarımı, izlediklerimi.

Kitap deyince, çok uzun zamandır okuduklarım sadece roman. Akademik çalışmalar değil ama günlükleri, gezi yazılarını, toplumsal yönelişleri anlatan kitapları da severek okurdum ama ne olduysa romanlara hapsoldum son yıllarda.

Prag Mezarlığı nerdeyse bütün Eco romanlarında olduğu gibi geniş bir arkaplanı barındırıyor. Sıradan bir yazar olsaydı oldukça yoğun bir bilgi bombardımanı altında kalırdık romanlarını okurken. Eco bombardıman altında olduğumuzu fark ettirmeyecek şekilde yazıyor, düz bir roman gibi okuyabiliyorsunuz, didaktik anlatımlarla bunalmadan. Ama maalesef bunun da olumsuz yönleri var.

Arkaplandaki siyaseti, sosyolojiyi, o günlerin tarihini bilmeyince romanın ince zevklerinden mahrum kalınıyor. Aman atlamayayım kaçırmayayım diye google başından kalkmayınca da roman mı okuyorum, araştırma mı yapıyorum derken buluyorsunuz kendinizi. Her şeye rağmen bir eliniz kitabı tutar, diğer eliniz klavyede dolaşırken bile anlayamayıp atladığınız ne çok şey olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz Günah Şehri'ni okurken olduğu gibi. Çünkü yine gerçek olaylar ve gerçek şahsiyetler arasında yaşıyorsunuz romanda.

Gülün Adı veya Foucault Sarkacı'ında geniş bir dipnot  hazineniz var. Kimini yazar, kimini çevirmen koymuş. Dipnotlara bakmak da dikkat dağıtsa bile, google başında olmaktan çok daha iyi. Ama bu kitapta Boudolino'da olduğu gibi dipnotlar yetersiz,  olayın geçtiği zamanı tanıtan önnot yok, son notlar hiç yok. Sanki hiç özenilmeden basılmış satışa sunulmuş. Ecoseverler alır nasıl olsa diye sadece ticari olarak bakılmış, kitapsever bir yayıncının elinden çıkmamış gibi. Orjinali nasıldır bilmiyorum, Gül'ün Adı için çevirmenler için bir rehberi vardı Eco'nun, o da mı aldırmaz oldu böyle ayrıntılara acaba?

Eco tarzı diye bir şey var ama her kitabı da aynı tarz değil. Boudolino veya Önceki Günün Adası gibi düşünün bu kitabı. Çözeceğiniz bir düğüm, ulaşacağınız bir son yok, yaşananlara tanıklık etmeniz istenmiş sadece. Yaşananlar ne derseniz;

En azından benim bildiğim kadarıyla 4.000 yıllık geçmişi olan bir nefretin 19.yy da yeniden şekillendirilmesini yaşıyorsunuz kitapta. Çift kişilikli psikiyatrik sorunları olan anti-kahramanın günlükleri bize yol gösteriyor neler olduğunu anlamamız için. İtalya birliğini kurmaya, Rusya ekonomisini kurtarmaya çalışırken, Fransa'yı çürümüşlük sarmışken, casuslar ve komplocular için mükemmel bir ortam. Araya serpiştirilmiş yemek tarifleri, aşksız roman mı olur diyecekler için son sayfalarda kendine yer bulmuş bir kadın. Ama kadın aşk için mi yoksa Freud'a değinmeden 19 yy Avrupa'sı eksik olacağından mı anlayamadım.

Şu son günlerde insaniyetin ayaklar altında ezildiği Gazze-İsrail savaşı yaşanırken bu kitaptan alınacaklar ilginç olacak. Unutulmamalı ki yanlış bilgilendirme, gerçek dışı algı yaratma, yönlendirme, düşmanlık yaratma neredeyse her millet için her millet tarafından kullanılıyor. 

Artık belli bir yaşa geldiğim için şaşırmıyorum, hayal kırıklığına uğramıyorum, komplolarla yönlendiriliyoruz diye hayıflanmıyorum. Eco'nun İtalya'sı, Fransa'sı, Rusya'sı, Almanya'sı da yıllarca kafamda oluşan algıyla hiç çelişmeyen yeni bilgiler verdi. Bilgilerin yanı sıra Eco anlatımını bir kez daha tattırdı bana.

İyi okumalar...


3 Ağustos 2014 Pazar

Tatil Devam Ederken...


Çocukların gençlerin gelecekten beklentileri benim zamanımdan çok farklı. Ben korkardım hala da korkuyorum yeşilini suyunu, havasını kaybetmiş beton bir dünyadan. Oğlum beton dünyalar çiziyor, bir tek yeşilin kalmadığı, bütün canlıların öldüğü. Ona doğal mı geliyor o dünyaya doğru sürükleniş yoksa korkularının yansıması bilmiyorum. 



Korkularıma rağmen beyaz zemine karakalemle çalakalem çizilmiş eğri büğrü binalar yığınının garip bir çekiciliği var benim için. 


Yıllardır kaktüslerimizi büyüten galvaniz mini saksımızı beyaza boyadık. Sonra oğlum distopik gelecekten bir kesit yerleştirdi üstüne. Saksının desenine tezat her koşulda yaşamayı başarmaya azmetmiş bir sukulent diktik içine. Herşeye rağmen dünya yeşilini kaybetmeyecek dercesine...

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Haşlanmış Mısır

Yaz sıcaklarında bir öğünü haşlanmış mısıra ayırmaya ne dersiniz?

Öyle bardaklarda lezzet üstüne lezzet eklenerek sunulanlardan değil, anam babam usulu haşlayıp, ısıra ısıra yiyerek alınan mısırın sade lezzetine davet ediyorum sizi. 

Bazen o kadar çok çeşni ekliyoruz ki yiyeceklerimize, onların saf lezzetlerinin tadına varamaz oluyoruz. Ben saf lezzetleri özleyenlerdenim. Tereyağı taklitlerine bulanarak değil, mayoneze hiç değil, sadece haşlanan veya sadece közlenen, hindiye mısır, mısıra darı dediğimiz zamanlardaki gibi yemeyi istiyorum mısırı. 

Ne kadar değişti herşey, şimdi darı dediğimizde müstehzi müstehzi gülümsüyor insanlar. Binbir çeşit lezzete bulamayınca ağız tadından yoksun görüyorlar. Sadece insanların bakışı değil, mısırlar da değişti elbette. Acaba GDO mu korkusu içimizi yerken uzanıyoruz mısırlara.

İçimi dökmek için kullanıyorum blogumu arada sırada böyle, aldırmayın siz bana. Yarın bol yağlı, bol mayonezli, ıvır zıvır katkılı birşeylerin tarifini de veririm. Hoşgörün, ben de bu dünyada yaşıyorum.

Ama gelin bugün, mısırı eskisi gibi yiyelim. Katkısız, lezzet eklemesiz. Böbrekleri korumayı ağız tadından üstün tutabilenlerdenseniz tuz bile eklemeyin. Köz bulmak zor, düdüklü tencere kolay. Haydi o zaman haşlamaya geçelim.

Mısır püskülleri rahatsız eder mi sizi? Beni rahatsız etmez ama çocuklar sevmiyor. Mısırın kabuklarını soyarken püsküllerini de koparalım. Kalan minikleri yok etmek için de ateşte alazlayalım, ütüleyelim bir nevi. 

Yıkamış mıydık? Yıkayalım güzelce, sonra düdüklüye yerleştirelim. Birkaç tane de yaprak koyalım.  Su, isterseniz biraz da tuz ekleyip haşlayalım bir saat kadar.

Püskülleri ne yaptınız? Evdeki çaputlardan uydurulan bebeklerin saçı olurdu kurumuş mısır püskülleri çocukken. Uhuyla yapıştırıp kafalara ister örer, ister salık bırakırdık. Şimdi bebek oynamıyorum ama mısır püsküllerini iyice yıkayıp kurutup çay olarak içebiliyorum gerektiğinde.

Geldi sıra mısırları yemeye. Dişleriniz nasıl? Isıra ısıra yemeyi unuttuk. Kibarlık yapalım derken dişlerimiz de gücünü kaybetti. Tabi ki şapırdatmayalım ağzımızı, parçalar saçmayalım etrafa, homur homur yemeyelim ama dişlerimizin de hakkını verelim. 

Dişlerimizin arasına parçalar mı giriyor, bırakın girsin. Onlar girerken de çıkarırken de dişlerimiz esaslı bir temizlik görmüş olacak.

Süt darı aramayın, varsın zarları kalın olsun, biraz dişimize gelsin. Barsaklarımızı temizleyecek o posalar, rafine yiyeceklerin zemin hazırladığı hastalıklardan koruyacak.

Koçanda bir tek mısır tanesi kalmayana kadar...
Afiyet olsun....

1 Ağustos 2014 Cuma

Muhallebili Milföy Bohçası

Milföyün tuzu, muhallebinin şekeriyle tatlıtuzlu bir lezzet...
Soğuk ama çıtırlığını kaybetmediği sınırlı bir zaman diliminde tüketilmesi iyi oluyor. Yumuşamadan hemen yenilmesi gerekiyor yani. 
Milföyleri dikdörtgen kesip üzerine baskı koymadan, çatalla delmeden kabarabildiği kadar kabarmasına izin verip, piştikten sonra katları ikiye kesip arasına muhallebi koyuyordum ama bu kez bohça yapmayı denedim. Lezzet aynı kalsın ama şekil değişsin istedim.

Neler Kullandım:
12 kare hazır milföy hamuru
2 su bardağı süt
2 çorba kaşığı un
1 çorba kaşığı nişasta
4 çorba kaşığı toz şeker
1 paket vanilya
80 gram beyaz çikolata
100 ml krema
Yarım su bardağı dövülmüş badem-fındık karışımı


Nasıl yaptım:
Süt, şeker, un ve nişastayı koyu bir muhallebi olacak şekilde pişirdim. Ocağı kapadıktan sonra kırdığım çikolatları ekleyip eriyene kadar karıştırdım. Vanilya,  fındık-badem ve kremayı ekleyerek tamamen karışana kadar elde çırptım.

Milföyleri bir kalıba yerleştirdim. Çukur kalan yerlerine muhallebi koyup, milföyün kenarlarını bohça gibi kapattım.

200 dereceye ısıtılmış fırında 15 dakika pişirdim. Kabaran milföy tabanını düzleştirmek için bir tepsi ile bastırarak 5 dakika daha pişirdim.

Oda sıcaklığına ulaştıktan sonra milföy bohçaları kalıptan çıkardım. Bir dilim şeftali üzerine yerleştirdiğim bohçaların üzerine pudra şekeri serperek servis yaptım.

Afiyet olsun...
Related Posts with Thumbnails