26 Nisan 2014 Cumartesi

Zeytinyağlı Enginar Dolması (2)

Yıllardır enginar dolması pişiririm. Her zaman yaptığım dolmayı daha önce paylaşmıştım. 

Dün Sevgili Arnavut Ciğeri'nin hazırladığı enginar dolmasını gördüm. Enginarların pişirme ve sunum şekli çok hoşuma gitti. Enginar dolmasında özleşmiş, enginarın muhteşem lezzetli suyu ile yumuşamış pirinçlerin tadına bayılırım. Enginarları tabanı alta gelecek şekilde doldurduğumuzda pirinçler tane tane kalır, fazla pişirmeye kalkınca da enginarlar dağılır. Pirinçler önceden kavrulup, ıslatıldığında daha kolay yumuşar ama bu kez de enginarın tadını yeterince içine çekmemiş olur.

Blog arkadaşımda gördüğüm bu tarifi hemen uygulamalıyım diyerek bugün aldığım enginarları ters pişirdim. Gerçi biraz erken kapatmışım, pirinçler henüz rizotto kıvamına ulaşmamış ama bir dahaki sefere doğru ayarı tutturabilecğimi düşünüyorum.


Enginarları saplarının bir kısmı kalacak şekilde temizledim. Limon ile ovaladım ve limonlu unlu suya koydum. Olabildiğince az tuz tüketmeye çalıştığım için tuz koymadım ama tam tarifi Sevgili Arnavut Ciğeri'nin blogundan alabilirsiniz. Resimdeki su miktarının azlığına bakmayın, tam yıkamak için suyunu dökerken aklıma geldi resim çekmek.

Bahçedeki minik asmamın yapraklarından da topladım biraz. Aslında karartır diye enginarın yanına yaprak sarmak istenmez ama az miktardaki tazecik yaprakları da değerlendirmek istedim.




Bol yeşillikli dolma içimi hazırladım. Enginarlarımı doldurup, yapraklarımı sardım.



Enginarlarımı doldurup üzerine bir kaç enginar taç yaprağı ile kapatıp ters çevirerek yerleştirdim dolmamı. Aralarına da sarmalarımı dizdim. Limonlu su gezdirdim üzerlerine. Mutfağımda hiç yüksek tencere olmadığını fark ettim. Sığmayınca, sapları biraz bükerek kapattım kapağını.

Kaynayana kadar orta, daha sonra kısık ateşte 45-50 dakika kadar pişirdim.

Afiyet Olsun...

Sevgili Arnavut Ciğeri'ne beni bu pişirme yöntemiyle tanıştırdığı için çok teşekkür ediyorum.

23 Nisan 2014 Çarşamba

Adalet İçin


Doğru dürüst yemek yapmaya zaman ayırmadığım yayınlarımdan da belli oluyor değil mi? Çoktan vazgeçtim yemek bloğu olmaktan. Gelip birşeyler yazıp kendimi oyaladığım bir mekan burası. Yemek yapmayınca gelemiyordum, bari başka bahanelerle burada olayım diyerek tiyatro, dizi derken izlediğim filmlerden de nasibini alacak bloğum.


Geçen hafta izledim "Adalet İçin" adıyla gösterime giren filmi. Orjinal adı Micheal Kohlhaas'mış. Türkçe'ye de çevrilmiş bir kitaptan uyarlanmış senaryo.


Kurumsal adalet mekanizmasının adil işlemediğini gören bir at tüccarının kendi adaletini kendi sağlamak istemesi üzerine kurulu bir film. 

Kişisel olarak her zaman ilgimi çeken bir konu. Tüm adaletsizliğine rağmen sistemin dışında adalet aranması düşüncesi rahatsız eder beni. Kabile mantığıyla kişilerin kendilerine özel hukuk oluşturmalarını da kabul edilemez bulurum. Kişiler kendi adaletlerini kendileri sağlamak yerine sistemin düzeltilmesi için vermelidir savaşlarını.

Filmde, sistem dışında aranan adaletin istenmeden yol açacağı haksızlıklar ve bu haksızlıklara zemin hazırlayanın da, adalet için yola çıkan kişi oluşu işleniyordu. Konu olarak da izleniş yolu olarak da hoşuma gitti, bittiğinde koltuğumdan kalkamayacak kadar beni etkiledi. Bu etkilenişte Mads Mikellsen'in performansının yeri büyüktü.

"Ne için yapıyorsun bunu, Annem için mi ?" diye sordu küçük kız.
Cevap "Hayır"
"Atlar için mi?" 
Cevap yine "Hayır"

Çevirmenler filmin adını Türkçeleştirerek tamamlamış konuşmayı: "Adalet için"

Oysa böyle bir cevabı yoktu Kohlhaas'ın. Kızının sorusuna cevap vermeden sonlandırmıştı konuşmayı. Çünkü yaptıklarının adalet için olmadığını anlamıştı. Bence izleyici olarak benim de bunu anlamam gerekiyor, filme ad verenlerin düşündüğünün tam tersine.

22 Nisan 2014 Salı

İncir Reçeli

 
Haftasonu pazarından aldım incirleri. Annemi ve babamı yad ettim incir reçeli yaparak.

Babam toplardı, bahçemizdeki erkek incirin meyvelerini. Ne de çok incir verirdi o tek ağaç. Annem de oturur tek tek soyar, reçel değil de şekerleme yapardı. Çünkü biz kahvaltıda yemezdik, günün herhangi bir saatinde şekerleme niyetine atıştırırdık incirleri.

Görür görmez aldım erkek incirleri. Daha geçe kalınca, dişi incirlerin hamlarını da satıyorlar reçellik olarak. Onlar malesef aynı lezzette olmuyor, hele çekirdeklenmeye başlamışsa o lezzeti yakalamak mümkün değil.



Neler kullandım:
1 kilo erkek incir
3 su bardağı toz şeker
1 limonun suyu
Haşlamak için su 

İncirin tadını ehlileştirmek isteyenler karanfil de ekleyebilir. Ben incirin o yabani tadını sevdiğim için kendi rayihasını korumayı tercih ediyorum.


Nasıl hazırladım:

Eldivenle yemek yapmayı sevmem ama bu iş için mutlaka eldiven kullanmak gerekiyor.
Eldivenimi giyip incirlerimi yıkadım. Patates soyacağı ile hepsini soydum.

İncirlerimin tümünü alacak büyüklükte bir tencerede bolca su kaynattım. Kaynayan tencereye incirleri koydum ve 3 dakika kadar haşladım. İncirleri süzgüye boşalttım ve hemen soğuk su dolu kaba aktardım. Bu arada yeniden su kaynatmaya giriştim.

İncirler biraz soğuyunca, tek tek sıkarak içlerindeki suyu akıttım ve başka bir kaseye aldım. Su kaynayınca yeniden haşlamaya koydum 3 dakika daha kaynattım. Daha sonra yeniden süzme, soğuk suya alma ve sıkma işlemlerini tekrarladım.

Çoğunlukla 2 veya 3 haşlama yetiyor. Kabuklarını soyduğum için bu aşama çok uzun sürmüyor. Tadarak incirlerin acılığı kontrol edilerek haşlama sayısı ayarlanabilir.

Son haşlamadan sonra incirlerimi tam olarak sıkmadım. Reçeli kaynatacağım tencereye şekeri ekledim. Suyu tam sıkılmamış incirleri üzerine yaydım, limon suyunu ekledim ve 15-20 dakika bekledim. Daha sonra kısık ateşte şeker eriyene kadar karıştırmadan bekledim. Şeker eridikten sonra orta ateşte nazikçe karıştırarak reçel kıvamı alana kadar pişirdim.



Eğer uzun süre dayanacak reçel yapmak isteniyorsa, suyu biraz daha fazla olmalı. İncirin içinde kalan su ile yetinmeyip üzerine su eklenebilir veya şerbet hazırlanıp incirler şerbet içine konarak kaynatılır. Ben reçelin şerbet kısmı az olsun istediğim için su eklemiyorum, içindeki su ile yetiniyorum. İncir reçeli değil şekerlemesi yapan annem, incirleri iyice sıktıktan sonra şeker ile pişirirdi. Neredeyse hiç suyu kalmayacak şekilde şekerleme yapardı. Rahmetle anıyorum annemi ve babamı. Mekanları cennet olsun.

21 Nisan 2014 Pazartesi

Sarı Naciye


Ankara Devlet Tiyatrosunun sergilediği Sarı Naciye oyununu izledim geçen hafta. Bildik göç sancıları, göçe bakışta kuşaklar arası fark öne çıkarılarak anlatılıyordu. Klasik konuya modern dokunuşlu kostümler, danslar ve müzik ile hareket getirilmişti. 

Oyunun atmosferine girmede, salonda yer alan orkestranın canlı müziğinin yeri büyüktü. Albenili, hareketli, izleme zorluğu yaşatmayan bir oyundu. 

Sarı Naciye'nin törenin temsilcisi babası, umutlarını uzaklara bağlamış kardeşi, göçün iyilik ve kötülüklerini barındıran sevdiği ve kendi ruhu ile mücadelesi, boyun eğişi, baş kaldırışı yer alıyordu oyunun merkezinde.


Oyuncuların emeklerine sağlık. Tüm gayretlerini ortaya koyarak sergiliyorlar oyunlarını.  
Klasikleşmiş oyunlar elbette her sezon repertuvarda yer almalı ama güncel oyunlar da istiyorum. 2000'li yıllarda geçen öyküler arıyorum. Kabul ediyorum, bu sezon izlediğim Macbeth dahil, hepsinin günümüzde bir karşılığı var, hala güncel anlattıkları. Yine de günümüz insanın bakışıyla yazılmış güncel oyunlara özlem duyuyorum.

Not: Fotolar netten alıntıdır.

20 Nisan 2014 Pazar

Nane Şekerli Paluze


Dolap detokslarım bitmek tükenmek bilmiyor. Dolaptakiler kullanıldıkça yenisi ekleniyor. Bu kez de nemden taşlaşan nane şekerlerinden kurtardım dolabımı. 

Nane şekerini oğlum çok seviyor, neyseki bir paket şekeri nem almadan bitirecek kadar da çok yemiyor. Bu kez de nane şekerlerinin birbirine yapışması sorunu çıkıyor karşımıza. 

Kayınvalidemin önerisiyle, paketi kavanoza aktarırken pudra şekeri ile karıştırıyorum. Bu işlem nane şekerlerinin yapışmasını bir süre engelliyor ama yine de o kaçınılmaz, taşlaşmış bütünleşmiş şeker görüntüsüyle karşı karşıya geliyorum.

Bu kez nane şekerlerinden paluze hazırladım. Malzemelerim, nane şekeri, su, nişasta, limon. Ölçü yok, göz kararı hazırladım paluzemi.
 


Nane şekeri kavanozuna sıcak su ekleyerek kavanoza yapıştığı yerlerden ayrılmasını bekledim. Tencereme döktüm, biraz daha ısıtarak nane şekerlerinin erittim. Su ile incelttiğim nişastamı ekledim. Sürekli karıştırarak orta ateşte pişirmeye başladım. Kıvam almaya yaklaştığında limon suyunu ekledim. Göz göz olmaya başladıktan sonra 2 dakika daha karıştırarak ocakta tuttum. Pişmesi tamamlanınca kaselere dağıttım.


Tam bir yaz ferahlığı elde ettiğimi söyleyebilirim. Minik kır çiçekleri ile evime taşıdığım baharda, damakta ve boğazda bıraktığı serinlik hissiyle yaz günlerini yaşattı.

Sütlü bir tatlı değil ama yeni etiket açmak yerine Sütlü Tatlılar etiketine koydum. Affola...

12 Nisan 2014 Cumartesi

Ispanak Borani





Ispanağı çok severim çocukluğumdan beri. 
Kıymalı ıspanak yemeğini ise güzelim ıspanağın mahfedilmiş hali olarak düşünürdüm. Birkaç gün önce klasik zeytinyağlı ıspanak yemeğimizi yerken, eşim "annem kıymalı tuzlu yoğurtlusunu yapardı" dedi, aklında kaldığınca malzemelerini saydı. 

Kıymalı ıspanağı hiç sevmeyen bana bile güzel geldi anlattıkları. Tuzlu yoğurdu çok severim ve onunla yapılan yemeklerin güzel olacağına da inanırım.

Tarifin aslı için kayınvalideme başvuruldu. Rahmetli kayınvalidesinden öğrendiği yemeğin tarifi alındı, adının da "Ispanak Borani" olduğu öğrenildi. Gelinden geline aktarılan basit ama lezzetli bir tarif var şimdi elimde.

İç göçler, bunun sonucu gelişen şehirlerarası evlilikler, geldikleri yörenin lezzetlerini arayan insanların artmasıyla yaygınlaşan yerel ürün dükkanları damak tadımızı ne kadar zenginleştirdi. Örneğin ben ne nar ekşisi bilirdim ne de tuzlu yoğurt. 

Antakya yerel ürünleri satan bir dükkandan alınan tuzlu yoğurt ile hemen ıspanak boraniyi pişirdim.

Neler kullandım:
Yarım kilo ıspanak
100 gram kadar kıyma
1 orta boy soğan
5-6 diş sarmısak
200 gram kadar tuzlu yoğurt
3 çorba kaşığı sıvı yağ
Tuz

Nasıl Yaptım:
Soğanı yemeklik doğradım, sıvı yağda yumuşayana kadar çevirdim.
Kıymayı ekleyip kavurdum.
Yıkayıp doğradığım ıspanakları, boyuna dilimlenmiş sarmısakları ve tuzu ekleyip suyunu çekene kadar pişirdim. Suyunu çektiğinde pişmesi tamamlanmıştı. Pişmediyse biraz sıcak su ekleyip pişmesi beklenebilirdi. 
Tuzlu yoğurdum oldukça yoğun kıvamlıydı, bir kahve fincanı kadar suyla yumuşattım. Pişen ıspanakların üzerine ekleyip iyice karıştırdım. Bir taşım kaynatıp ocaktan aldım. Kaynar sıcağı geçtikten sonra ılık olarak servis ettim.

Kıymalı ıspanak sevmeyen biri olmama rağmen, ıspanak boraniyi çok sevdim.

Afiyet olsun...

7 Nisan 2014 Pazartesi

Vişne Bahçesi

Vişne Bahçesi Çehov'un çok bilinen bir eseri. 100 yılı aşkın bir süre önce yazılmasına rağmen güncelliğini yitirmiyor, her devre hitap ediyor. 
 
Değişim karşısında bocalayıp ne yöne gittiklerini bilemeyenler, eskiye sımsıkı tutunayım derken kaybolup gidenler, değişime ayak uydurup büyüyüp gelişenler ve olanlardan habersiz vişne bahçesi  hikayenin kahramanları.

Bu kez İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından sergilenen oyunu izleme şansına sahip oldum. 
 
Uzun bir eserin sahneye konulmasında ortaya çıkan anlatım kopuklukları bu oyunda da vardı, bir-iki defa saate bakma ihtiyacı duysam da genel olarak sürükleyici diyebilirim. Kalabalık bir grupla birden bire karşılaşınca kim kimdir karmaşı yaşamak kaçınılmaz oldu. Ancak yaklaşık 2 saati bulan süresine rağmen oyuncuların temposunda düşme yoktu. Özellikle Ranevskaya'yı canlandıran oyuncunun zerafetine hayran kaldım. Lapahin'in tüm duygularını bana geçiren oyuncuyu da özellikle kutlarım. Şarkı söylediği sahne biraz yama gibi dursa da izleyiciyi oyunun ağır havasından uzaklaştıran mürebbiye karakterinin başarısını da vurgulamak gerek. Dekorlar oyunla bütünleşmişti ve vişne bahçesini izleyiciye yaşattı.


Not: Resimler netten alıntıdır.

6 Nisan 2014 Pazar

Günlerden günler...


Hava çok güzel, güneş pırıl pırıl. 
Mor salkımların kokusu sarhoş ediyor insanı. 

Bahar dallarının çiçekleri azaldı, yaprağa döndüler artık baharı bitirircesine.

Gülgillerin öncülleri tomurcuklandı, açtı bile.

Kırmızı begonvil güneş kadar yakıcı.
İçeri giresi yok insanın ama akşam olup güneş çekilince soğuk iliklere işliyor.

Eve kaçarken mor salkımlarlardan bir kaç dal ile bahar evin içine taşınıyor.


Üşüdük içimiz ısınsın bir tas çorbayla.

Kolay tarafından yumurtalı ıspanak gelsin arkasından.


Çocuklarımın hazırladığı pasta ile de minik bir kutlama ve sahip olduklarımıza binlerce şükür...


4 Nisan 2014 Cuma

Yabani Pırasalı Börek


Pazardan aldım yabani pırasaları. Ot yemeklerinin klasik tarifi kavurup üzerine yumurta kırmaktır. Diğer bir klasik tarif de böreğini yapmak. Yabani pırasalarımı börekte kullanmayı seçtim, yabani pırasalı, lorlu gül börekler hazırladım.


Yarım kilo kadardı yabani pırasam. Ayıkladım, yıkadım, ince ince doğradım. Yarım çay bardağı zeytin yağı ile yumuşayana kadar kavurdum. Yarım kilo lor, kırmızı pul biber, biraz da tuz ekledim. Sarmısak eklemeyi düşündüm ama vazgeçtim. Yabani pırasaların tadı sarmısakla değişmesin istedim.


1 su bardağı süt, 1 çay bardağı sıvı yağ, 1 yumurtayı çırpıp yufkayı sosladım. Yufkayı ikiye bölüp iç malzemeyi koyarak gül böreği şeklinde sardım. 5 adet yufka için yeterli oldu iç malzemem. Böreklerin üzerine de bir kaşık yağla çırptığım yumurta sarısını sürüp 200 derecede 45 dakika pişirdim.

Afiyet Olsun...


Pırasa köklerindeki yavruları da bahçeme serptim. Seneye belki yabani pırasaları bahçemden toplarım.

3 Nisan 2014 Perşembe

Enginarlı İç Bakla Yemeği


Enginar'ın en güzel zamanı şimdi. Baklalar da yeni yeni içleniyor. Henüz minik minik ve tazecikler, iç kabuklarını ayıklamaya gerek kalmadan pişirip yenecek kıvamdalar. Bu kıvamı kaçırmamak gerekli değil mi?

Neler Gerekli:
2 adet enginar
Yarım kilo iç bakla
1 adet büyük kuru soğan
3-4 adet taze soğan
Yarım limonun suyu
3 çorba kaşığı zeytinyağı
1 çay kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı un
Tuz
Dereotu

Enginarları bekleteceğimiz su için de yarım limon suyu, limonun kabukları ve 1 yemek kaşığı un.

Bir arkadaşımda gördüm. Enginarları buzdolabına koyuyordu. Şaşırdım; "Aaa enginarları buzdolabına mı koyuyorsun?" "Eee, nereye koyacaktım" dedi, sorumu çok anlamsız bulmuştu. 

Yıllarca enginar yetiştirmiş bir ailenin kızıydı annem. Enginar alındı mı su dolu bir kaba yerleştirilirdi enginarlar, bir vazoya çiçek yerleştirir gibi. Buzdolabı olmayan zamanlardan kalan bir alışkanlık mı diye sorguladım kendimi. Ama hayır, sapları su içine yerleştirilmiş enginarlar günlerce diriliğini korur, mutfak tezgahını da güzel görüntüsüyle süsler. Ben hala annemden gördüğüm şekilde su dolu kavanoza yerleştirerek bekletiyorum pişirene kadar.

Nasıl yaptım:
Enginarları ayıkladım, taze yenebilecek taç yaprakları da üzerinde kalacak şekilde. Her bir enginarı 8 parçaya bölüp limon ve un içeren suya koydum.

Baklaların içlerini çıkardım. Çok taze oldukları için iç kabuklarına dokunmadım.

Soğanları ince doğradım.

Enginarları ve iç baklayı yıkayıp tencereye koydum. Soğanları, limon suyunu, yağ, şeker ve tuzu ekledim. Orta ateşte kendi suyunu çekene kadar ara ara nazikçe çevirerek pişirdim.

Salata değil, yemek olacağı için biraz sulu olmasını istiyorum. 1 su bardağı sıcak suyu ve 1 tatlı kaşığı unu da serpeledikten sonra ocağın altını kısarak sebzeler yumuşayana kadar pişirdim. Ilıdıktan sonra servis yaparken dereotu ile renklendirdim ve tatlandırdım.

Afiyet olsun...
 
Related Posts with Thumbnails