31 Aralık 2010 Cuma

Meksika Pilavı



Sevgili Sihirli Yazılar beni yazılarıyla büyülemekle kalmıyor, dünya mutfakları serisiyle de soframı zenginleştiriyor. 2010 yılına, Sihirli Yazılar'dan öğrendiğim ve çok hoşuma giden Meksika Pilavı ile veda ediyorum. Tarife sadece maydanoz ekledim, ölçüleri ve pişirme şeklini kendime göre ayarladım. Belki gerçek Meksika Pilavından,  biberimin acı olmaması dışında da eksiklerim veya farklarım vardır. Ben pişirdiğim şekli sizinle paylaşıyorum.

Malzemeler

2 su bardağı yasemin pirinç (Kavurmaya uygun bir pirinç olduğu için tercih ettim)
4 çorba kaşığı sıvı yağ
2 su bardağı tavuk suyu
1 büyük soğan
2 diş sarmısak
1 adet yeşil biber
1 adet kırmızı biber
1 adet domates (Domatesin çekirdek kısmını kullanmadım)
1/2 demet maydanoz
Tuz

Yapılışı

Pirinç nişastası çıkacak şekilde yıkanır ve iyice süzdürülür. Soğan yemeklik doğranır. Biberler, domates ve maydanoz yıkandıktan sonra ince doğranır.

Kıyılmış soğanlar ve bütün haldeki sarmısaklar yağda çevrilir. Rengi değişmeye başlayınca sarmısaklar çıkarılır ve pirinçler eklenir. Pirinçler parlaklaşıncaya kadar kavrulur. 

İki su bardağı tavuk suyu ve tuz konur. Maydanoz hariç diğer sebzeler eklenir. (Biberleri ve domatesi diri kalmaları için kavurmadım) Tencerenin kapağı kapanır. Kaynamaya başlayınca ateş kısılır. Kısık ateşte yaklaşık 15 dakika pişirilir. 

Ocağın altı kapatıldıktan sonra pilavın üzerine maydonoz eklenir. Tencerenin üzerine bir kağıt havlu serilir ve kapağı kapatılır. 10 dakika dinlendirildikten sonra pilav karıştırılır ve 5 dakika daha dinlendirildikten sonra servis edilir.

Afiyet olsun.


29 Aralık 2010 Çarşamba

Tatlı Merhaba ve Ödül


Merhaba,

Bir süreliğine evimden uzakta olmam gerekiyordu. Yemek yapamayacaktım ama internete ulaşıp blog dostlarımı ziyaret edebilecektim. O nedenle "kısa bir ara" yazmaya gerek duymamıştım. Günlerim tahmin ettiğimden de yoğun geçince kendime ve sizlere ayıracak zaman bulamadım ne yazık ki.

Şimdi kendi şehrimde ve evimdeyim. Yeni bir tarif hazırlamayı beklemeden size merhaba demek istedim. Aslında Aralık Tatları grubunda yer alması gereken  Dokuzuncu Bulut Sevgili Aslı'nın tarifi üzerine yaptığım enfes çikolatalarla size tatlı bir merhaba diyorum.



Tarifi Dokuzuncu Bulut'dan alabilirsiniz. Çikolata miktarım büyük kalıplara yetmeyeceği için küçük kalıplar kullandım. İç malzemem ise cennet elması ve portakal kabuğu. Aslı'nın muhteşem renklerine ulaşamadım, sadece o güzel renklere ulaşabilmek için bile kabak ile tekrar denemeyi düşünüyorum. Kalıbım fiındık için çok uygun olduğu için ben fındık da ekledim tarife.



Sizlerden uzak olduğum süre boyunca bir de ödül gelmiş bana Şifalı Yemek Tariflerinin sahibi değerli Fuat Bey'den. Kendisine çok çok teşekkür ediyorum ve bu ödülü tüm blog dostlarımla paylaşıyorum. Öğle tatili aram bitmek üzere. İlk fırsatta siz dostlarımı ziyarete geleceğim.

19 Aralık 2010 Pazar

Alternatif Kapuska



Evlenene kadar hiç kapuska yememiştim. Eşimin sevdiğini öğrenince kayınvalidemden tarifini alıp pişirmiştim. Hayatımda ilk kez kapuskayı tatmış ve hayret, çok sevmiştim. Kapuska pişirmeye devam ediyorum ve severek yiyoruz. Benim yaptığım kapuska beyaz lahanadan ve kıymalı. Kırmızı lahanayı ise kapuska olarak hiç düşünmemiştim.

Nami nami' den farklı bir kapuska öğrendim. Et yemeklerinin yanında servise uygun bir garnitür olarak düşünülmüş.

Benim bildiğim kapuskadan çok farklı, belki bu şekilde adlandırmak doğru da değildir. O nedenle alternatif kapuska olarak isimlendirdim. 

Bu alternatif lezzeti çok beğendim. Acaba siz ne düşüneceksiniz?


Malzemeler

1 kg kırmızı lahana
2 adet kırmızı soğan
250 gram kuru erik (Burada bir değişiklik yapmak zorunda kaldım. Eşimin aldığı kuru meyvelerin erik olduğunu düşünmüştüm. Meğerse çekirdekli üzümlerdenmiş. Neden olmasın dedim ve çekirdeklerini çıkararak bu üzümleri kullandım)
200 ml portakal suyu
2 çorba kaşığı zeytinyağı
2 çorba kaşığı balsamik sirke
Tuz
Taze çekilmiş karabiber


Yapılışı

Kırmızı lahana sert damarları çıkarıldıktan sonra şeritler halinde, soğan piyazlık olarak doğranır.

Soğan zeytinyağında yumuşamaya başlayana kadar çevrilir. Kıyılmış kırmızı lahana eklenir 5-7 dakika çevrilir.

Portakal suyu, balsamik sirke, ikiye bölünmüş kuru erik ve tuz eklenir. Kapağı kapatılır. Ara ara karıştırılarak kısık ateşte 40-45 dakika pişirilir. Gerekirse su ilave edilir.

Lahanalar piştikten sonra servis tabağına alınır ve üzerine karabiber serpilir.

Afiyet olsun



17 Aralık 2010 Cuma

Nar Suyu



Kutsal bir ay ve kutsal bir gündeyiz. Aşure de bu ayın simgesi olmuş neredeyse. Aşure tarifi vermiyorum bugün ama bence aşureye en çok yakışan süsleme malzemesi 'nar'ın suyu konum. Muharrem ayı ile nar mevsiminin birbirinden çok uzaklaştığı yıllarda aşurenin üzerindeki narı nasıl özlediğim hala aklımda. 

Önüme genişçe bir kap alıp içinde nar ayıklamasını severim. Sonra kaselere dağıtır, bir tatlı kaşığı ile ikram ederim. Kaşık kaşık nar tanesi yenir bizim evde.

Nar ayıklamak çocukluğumdan kalan bir oyunun devamıdır. Rahmetli babaannem narın tanelerinden sadece birinin içinde cennet meyvelerinin tadı olduğunu söylerdi. Eğer ona ulaşmak istiyorsak bir tek tanesini bile unutmadan, dökmeden, kaybetmeden ayıklayıp yemeliydik. Çocuklukta edinilen alışkanlıkların gücü ne büyük. Çocukluğum çoook gerilerde kaldı ama ben bir tek nar tanesini bile kaybetmeye razı olamam hala.


Nar suyu için de önce ayıklarım tek tek, sonra bir süzgecin üstüne alır, çekirdeklerini kırmadan ezerim.  Süzgecin altındaki haznede berrak mı berrak, olağanüstü renkli bir sıvı toplanır. Narın cinsine göre bazen saf, bazen sulandırılmış, bazen de biraz şeker ekleyerek sunarım.

Ama öyle günler oluyor ki eliniz ermiyor bir türlü narı ayıklamaya. Bakıyorum kabukları kuruyor, nar küsmeye başlıyor. Eski günlerdeki gibi askı yapıp tavana asmamız da mümkün değil. Biraz daha kalsalar tabana değen yüzeylerinden çürümeye başlayacaklar.

Konusu geçtiği bir gün çok sevgili arkadaşım Emel, narları limon gibi sıkmamı önerdi. Acı olmuyor mu diye sorduğumda hayret edilecek şekilde acısının olmadığını söyledi. Aklımın bir köşesine yazdım bunu.


Nar zamanın gelmesiyle arkadaşlarımın nar önerileri de dikkatimi çekmeye başladı. Sevgili SusamÇörekotu ne güzel anlatmış narın yararlarını. Sevgili Selda da kolay yolunu göstermiş nar soymanın. Bir arkadaşım daha narın üstüne vurarak nar tanelerinin nasıl kolayca çıkarılacağından söz etmiş. Ama onun postuna ulaşamadım, belki sizler hatırlarsınız. Sevgili Nesrin  nar şurubunun yapılışını anlatmış güzelce. Üstelik portakal gibi ikiye bölüp de sıkabilirsiniz demiş. Tıpkı canım arkadaşım Emel gibi.




Dün akşam limon-portakal gibi sıkma işini bana küsmek üzere olan narlarımda denemek istedim. Çok fazla baskı uygulayıp nar zarlarının ve kabuğunun acısının suya geçmesine yol açmamak için, elde, limonluk kullanarak sıktım.  Oluşan minik sıçramaların etrafa dağılmaması için limonluğu derin kenarlı bir kap içine yerleştirdim.


Elde ettiğim nar suyunda çok hafif bir acımsılık var, ama  çocuklar bile rahatça içebilir. Bekleyince acılığı artar mı bilmiyorum, amacımız zaten taze taze içmek. Rengi hafif bulanık da olsa göz zevkini bozacak düzeyde değil. 

Sıkıldıktan sonra kabuklarda az miktarda nar tanesi kalıyor, resimdeki gibi. Kalan bu nar tanelerinin de atılmasını izin vermedim doğal olarak.

Narı limon gibi sıkmayı test ettim ve kullanabileceğim bir yöntem olarak onayladım.


14 Aralık 2010 Salı

Sakız Volkanı


Bu kurabiyeler birer damla sakızı volkanı. Damla sakızı lavları kraterden akarak şeffaf çıtırlar oluşturuyor volkanın etrafında. Kraterdeki sakızın kenarları çıtır, içi yumuşacık oluyor. Lav akıntılarının çıtırlığı görülebilsin diye koparıp kraterlerin ortasına sapladım.

Bu kurabiyeyi  marmelatlı kurabiyelerden esinlenerek yapmıştım. Sevgili Hasret'in etkinliği başlayınca bu yarı-özgün tarifimle katılmak istedim. Hasret'ciğim umarım beğenirsin.

Bloglardaki yapım aşamalarını gösteren resimler çok yararlı oluyor. Okuyarak anlayamadığım bazı şeyleri fotoğraflardan çıkarabiliyorum. Ama yemek yaparken fotoğraf çekmek bana çok zor geliyor. Yemeğin belirli bir aşamasına gel, elini yıka, kurula, fotoğraf çek, tekrar elini yıka, kurula yemeğe devam et. Bir aşamada daha aynısı. Hele bir de akşam yemeği yetiştirmeye çalışıyorsam mümkün olmuyor bu. Bu kez etkinliğe katıldığım için aşamaların fotoğrafların çekmek için zorladım kendimi.


Malzemeler:

125 gram tereyağ
1 yumurtanın sarısı
2 su bardağı un
Çay kaşığının ucuyla kabartma tozu
2-3 yemek kaşığı  hazır damla sakızı macunu (Damla sakızı macunu çok  tatlı olduğu için hamura şeker koymuyorum)








Yapılışı:

Tereyağı oda sıcaklığına getirirlir. Un ve kabartma tozuyla karıştırılır. Yumurta sarısı eklenir ve özleşene kadar yoğurulur.


Yaklaşık 2 santim çapında bir rulo haline getirilir. 16 eşit parçaya bölünür. Her bir parça dikey hale getirildikten sonra parmakla bir krater açılır.



Kraterlere çay kaşığı ile damla sakızı macunu yerleştirilir.

170 dereceye ısıtılmış fırında yaklaşık 30 dakika pişirilir. Pişirme süresi fırınlara göre farklılık gösterdiğinden süreyi fırınınıza göre değiştirmeniz gerekebilir.




İstenirse fırından çıktıktan sonra pudra şekeri serpilebilir.

Afiyet Olsun

12 Aralık 2010 Pazar

Eyvah Don Var !


Kış soğukları başladı mı, annemin bir gözü bulutlarda bir kulağı dayımlarda olurdu. Ilık geçen kışlarda bile en azından bir iki gece "havanın don yapması" kaçınılmazdı.

"Bugün hava alçak korkmayın" veya "Bugün hava yüksek tetikte olalım" gibi esrarengiz konuşmalar geçerdi büyüklerin arasında. Sonra birden, nasıl nereden geldiyse don haberi, akşamın zifiri karanlığında annem alarm zillerini çalar, herkesi seferber ederdi. Bodruma inilir, eski "çaput" bohçası açılırdı. Bu bohçada eskimiş (gerçekten eskimiş, modası geçmiş değil) giysiler, divan örtüleri, perdeler bulunurdu. İşi yapan annem babam, biz çocuklar üşüyerek, titreyek peşlerinde. Karanlıkta, ay ışığında bahçemizin korkutucu, ağaçlarımızın gizemli görüntüsü karşısında büyüklerimizin yanına sığınmış halde.

Çaputlar alınır, bir kısmı ince şeritler halinde yırtılıp bağcıklar elde edilir. Sonra sırasıyla önce iki limon ağacımızın başına gidilir. Gövdesine güzelce çaputlar sarılır, bağlanır. Sonra portakal, mandalina ağacımıza gelir sıra. Neyse ki narenciye sayımız çok az, yoksa çaput mu yeter onları giydirmeye. 

Eve girilmeden önce bir iş daha vardır yapılması gereken. Oldukça büyük bir kaba su doldurulur, en kuytu yere, merdiven altına konur. "Buraya don vurmaz, hayvanlar buradan su içebilir" derdi annem. Sonra önemli bir görevi yerine getirmenin huzuruyla eve girilir. Ağaçlar giysilere sarılmış, hayvanların suyu sağlanmış.

Dedemin de bir sürü mandalinası portakalı vardı. Ama onların gövdeleri sargıya ihtiyaç duymazdı, onlar turunca aşılıydı. Hayatımın ilk bilgilerinden biriydi sanırım bu, turunç ağacını kalbimde saygın bir yere oturtan bilgi. Ama dayımlar don haberiyle koşarlardı dedemin bahçesine, seraların talaş sobalarını yakmaya.

O zamanlar "sokak çocuğu" diye, gündüzün çoğunu sokakda geçiren, üzerinde anne-babasının fazla kontrolü olmayan çocuklara denirdi. Herşeye rağmen hepsinin gece oldu mu gidecek bir evleri vardı. 

O zamanlar da her mahallenin bir "delisi" vardı. Sokaklarda yaşamayı seven ya da kendini etrafındakilerden soyutlamış, kendi dünyasında yaşayan. Ama herkes bilir onun evinin neresi olduğunu. Kolundan tutup evine teslim edilirdi mahalle sakinleri tarafından.

O zamanlar, don oldu mu tek derdimiz, narenciyelerimiz ve su bulamayacak hayvanlardı.

O zamanlar, bankamatik köşelerinde donarak ölen sokak çocukları ve adamlarının olmadığı zamanlardı.


Not: Değerli AğzıBozukDüşmanı 'na  bana hatırlattıkları için teşekkür ediyorum.

10 Aralık 2010 Cuma

Tavuk Dürüm


Oğlum tavuksal bir evrim  içinde. Tanımın saçma olduğunun farkındayım, yine de durumu ancak böyle açıklayabiliyorum.

Önceden ağzına tavuk koymazdı. Sonra tavuk pişirdiğimde mutfağa girmez oldu. Hafta içi yemeklerimizi mutfakta yediğimiz için, tavuk pişirmeyi hafta sonuna bırakmıştım. Evrimin son halkası olarak artık tavuk bulunan sofralara da oturmaz oldu. Umarım sonu tavuk piştiği gün eve gelmemek olmaz.

Hafta sonları tavuk pişirmek ve sofrada hep birlikte olmak  istiyorum.

Oğlum sofrada tavuk olduğunu da görmesin diye bizim için tavuğu dürümün içine sakladım. Onun tercihi ise kese yoğurtlu ve ballı dürüm.

Oğluma herhangi bir şey söyleyemiyorum. Tavuk çiftlikleri ile bir program seyredip, kısacık yaşamları boyunca ayakları çimene basmamış, zevkle toprağı gagalayıp bir solucan yiyememiş hatta güneşi görememiş, açık havayı soluyamamış olduklarını öğrenince kendimi çok acımasız ve kötü görüp tavuk yiyemez olmuştum. İki yıl kadar ağzıma tavuk eti koymadıktan sonra kızımın doğumuyla birlikte hayvansal protein almalıyız şu ya da bu şekilde deyip acımasızlık ve kötülüğümü bir yana bırakıp tavuk yemeye başlamıştım. Benim hayatım böyle et yememe yeme periyotlarıyla sürdüğü için oğlumu da zorlayamıyorum.

 
Malzemeler

4 adet Lavaş ekmeği (Sevgili Zeliha'nın tarifi aklımda, kendi lavaşımı yapacağım günleri bekliyorum, bu kez de hazır alındı)
1/2 kg tavuk (herhangi bir parçası)
2 çorba kaşığı zeytinyağı (göğüs eti gibi yağsız bir parça ise kavurma aşamasında biraz daha yağ eklenebilir)
1 tatlı kaşığı limon suyu
1 tatlı kaşığı kekik
1 tatlı kaşığı pul biber
Yarım çay kaşığı köri
Tuz
1 orta boy kuru soğan
Yeşillik maydanoz, dereotu, marul

Yapılışı:

Tavuk kuşbaşından biraz daha küçük doğranır. Zeytinyağı, limon suyu ve tuz ile karıştırılır. Bir saat kadar buzdolabında bekletilir.
Bu arada yeşillikler yıkanır, suyu iyice süzdürülür. Soğan piyazlık doğranır, 1 çay kaşığı tuzla ovulur, acı suyu alındıktan sonra fazla tuzu gidermek için yıkanır ve süzülür (Bu aşama benim gibi soğan acısından rahatsız olanlar için, soğanı kütür kütür sevenler ve soğandan yararlanmak isteyenler öldürme(!) işlemini atlasınlar). Maydanoz, dereotu kalınca kıyılır ve soğanla harmanlanır.
Teflon tava ısındıktan sonra tavuklar eklenir. Harlı ateşte çevrilerek kavrulur. Kavrulma işlemi tamamlanınca baharatlar eklenip ocağın altı kapatılır. (Baharatları önceden koyunca oluşan yanık tatları hoşuma gitmiyor, istenirse soslama aşamasında da baharatlar eklenebilir)

Lavaş ekmeği ısıtılır, içine alabildiği kadar kavrulmuş tavuk, maydanozlu soğan ve diğer yeşillikler konur.

Afiyet olsun.
 

9 Aralık 2010 Perşembe

Eric ve Bir Mim Daha



Eric (Faust)
Terry Pratchett

Diskdünya serisine, daha doğrusu Disk Dünya'ya hayranlığımı daha önce de söylemiştim.  Serinin Türkçe'ye çevrilen son kitabı Eric'i de okudum. (Nedense bu serinin çevirisi çok geç yapılıyor.)

Terry Pratchett, üç dileği en büyük krallığa sahip olmak, en güzel kadınla beraber olmak ve ölümsüzlük olan  13 yaşındaki birinin üzerinden giderek isteklerimizle disk dünya usulü dalga geçiyor. Bu imkansız hayallere ulaşmanın aslında bizden neler götüreceğini Faust ve İlahi komedya'ya göndermelerle anlatıyor.

Alt kademe görevli iblis Dünyanın En Büyük Kralını hakimiyeti altına alıp, insanları öldürtüp en kanlı vahşeti uygulattığında iblisler kralı ne diyor dersiniz?

-Bütün insanları öldürttün ne oldu? Çabucacık mutlu avlaklarına, ya da her neyse oraya gittiler. Koca bir kıtanın zihnini curufa döndürebilecek eksiksiz bir bürokrasi ve vergi sistemi icat ettirseydin ya-

Dünyanın en güzel kadını Troyalı Helen'i doğurduğu birsürü çocuğuyla başetmek zorunda kalan bir ev kadını olarak buluyoruz karşımızda.

İstediğin ölümsüz olmaksa evrenle birlikte varolacaksın, milyonlarca yıl bekleyeceksin insanların sırasının gelmesini. Bir o kadar da insanlar gittikten sonra yalnızlığı yaşayacaksın.

Pratchett ISO talimatları hazırlamak ya da okumak zorunda bırakılmışcasına ne güzel yorumlamış; Cehennem azabı olarak günahkarlara talimatname okutuyor Disk Dünya'nın infernosunda.

Daha Pratchett türü onlarca gülümseten cümle ve diskdünyada yaşamanın keyfi var bu kitapta.

Bir Mim Daha

Sevgili Mine beni mimlemiş. Bir kişiyi seçip onunla neler yapmayı sevdiğimi yazmamı istemiş. Mine'ciğimin mime cevabının çok hoşuma gittiğini bir de buradan söylemek isterim.

Ben eşimi seçtim. Bakın onunla birlikte neler yapmayı seviyorum:

- Bilgisayarda adventure oyunları oynamayı.

Diskdünyayı da onunla birlikte oynadığımız bir oyunda tanımıştım. Karşılıklı çılgın fikir yürütmelerle devam ederiz oyunlara. Hele internet öncesi çağda, her sıkıştığımız noktada bir walkthrough'a ulaşma imkanımız olmadığı günlerde daha zevkliydi birlikte oyunlarımız. Monkey Island, Day of the Tentacle, Zack McKracken, Sanitarium, Grim Fandango nerdeyse her karesi aklımda olan oyunlar

- Dizi izlemek

Birlikte izlediğimiz diziler çok az. Galiba Galactica'dan beri ortak izlediğimiz dizi olmadı. Neler anlamsızdı, neler harikaydı, bir sonraki bölümde ne olacak tartışmalarının zevkini çok az yaşasak da herbiri unutulmaz.

- Bütün eşyalarımızı yerleştirip arabaya bindikten sonra haritayı açıp, nereye gideceğimize karar vermek, en dolambaçlı, en ıssız yolları seçmek.

Bu işin zor yanı da var. Önceden belirlenen bir yer olmayınca, otel aramak, bulduğuna razı olmak gibi. Ama bu birlikte yapmayı en çok sevdiklerimden.

-Ev işlerini birlikte yapmak.

İnanılmaz derecede sevdiğim şık bu olsa gerek. Yaptığım işlerin yorgunluğu da sıkıntısı da binde birine düşüyor birlikte yapınca.

Aklıma hemen gelen bunlar, daha pek çok şey var muhakkak ama sanırım bu kadarı yeterli.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Pesto Soslu Spagetti



Anneme TV reklamlarında gördüğümüz gibi spagetti pişirmesi için neredeyse yalvarırdık. Bu isteğimizi ancak yılda bir iki kez yapardı. Çoğunlukla tercih ettiği ise kendi usulü çubuk makarna pişirmekti.

Önce spagettileri demet demet paketinden çıkarır, bir kabın içine yaklaşık 5'er santim uzunluğunda kırardı. Sonra kaynayan suya biraz tuz ve kırılmış makarnaları eklerdi. Piştiğinde, -makarna ustalarına inat edercesine- musluğun altına koyar, soğuk suyla doldururdu tencereyi. Kaynayan suyun ilk sıcağı geçince  makarnaları süzgeçe boşaltır, bol soğuk suyla yıkayarak iyice soğutur ve diriltirdi.

Sonra tencerede bazen tereyağ, bazen zeytinyağı olmak üzere yağı biraz ısıtır, suyu süzülmüş makarnayı içine koyar, bir güzel çevirirdi.

Makarnayı tabaklarımıza dağıttıktan  sonra üzerine izmir tulumu rendesi veya kavrulmuş kıyma eklerdi.

Artık rahmetli annemin bol domatesli, hüüp diye dudaklarımızdan içeri çekeceğimiz uzun spagettileri pişirmek için niye bu kadar isteksiz davrandığını anlıyorum.  Annem gbi titiz bir kadının ağzımızın etrafına, çenemize yapışan kırmızı renkli yağlı, spagettilere tahammülü çok zormuş. Onun gözüyle bakınca TVde çocukların spagetti yiyişi benim hiç iştahımı açmıyor. Çatala dolanmış bir ağız dolusu spagettiyi ağızlarına sığdırmaya uğraşmalarını da, çeneye yapışmış yağlı artıkları da görmemeye uğraşıp çocuğun sevimliliğine odaklanıyorum.

Ben çocukluğumda yemeyi istediğim şekilde spagetti pişirdim hep. Uzun uzun, bol domatesli, bol sebze soslu. Son zamanlarda baktım ki ben de biraz kısaltsam mı spagettilerin boyunu diye düşünmeye başlamışım. Ben böyle düşünürken iki kat boydaki uzun spagettiler girmeye başladı evimize. Makarna konusunda düşündüklerimle yaptıklarım ters yönde kısaca.


Bu kez uzun makarnaları farklı bir sosla denemek istedim. Balkonumda her daim fesleğenim olduğundan makarna için hazırladığım soslara fesleğen yapraklarını ince  kıyıp koyuyordum ama meşhur pesto sosu denememiştim.

(Bu makarnayı pişirdikten hemen sonra Sevgili Handan 'ın tarifi geldi. Handan'ın tarifini daha sonra deneyeceğim)



Pesto sosu  için Cafe Fernando' nun tarifinden yaralandım. Kısa sürede tüketilecek miktarda hazırladım, belki ağız tadımıza uymazdı. 

Verilen miktarları orantısal olarak azaltmaya çalıştım ve tarifte var olan cevizi eklemedim.

İlk kez yapacağım bir tarif olduğu için terazi kullanarak gram gram tarttım. Sonra göz kararı el ayarı ölçüsüne döndüreceğim sanırım, belki biraz fesleğen ve yağ miktarını da azaltabilirim.

Malzemeler

Makarna:
Yarım paket uzun spagetti
1 tatlı kaşığı tuz
10 su bardağı su

Pesto Sos:
40 gram fesleğen yaprağı (iri yapraklı fesleğen çiçeğinden)
30 gram parmesan peyniri
15 gram çam fıstığı
1/4 su bardağı zeytinyağı
2 diş sarmısak (orantısal olarak bir diş koymamız gerekir ama ben 2 diş koydum)
Yarım çay kaşığı tuz

Yapılışı:
Pesto Sos:
Sapları ayıklanmış fesleğen yaprakları yıkanır ve suyu süzdürülüp nemi alınır.
Çam fıstıkları kısık ateşte yavaş yavaş kavrulur ve soğumaya bırakılır
2 diş sarmısak tuzla birlikte macun kıvamında ezilir.
Parmesan peyniri rendelenir.
Rondonun içine sırasıyla fesleğen yaprakları, ezilmiş sarmısakları koyup macun kıvamına getirilir. Zeytinyağını ekleyip karıştırılır. Sırasıyla peynir ve fıstık da eklenip hemhal olana kadar karıştırılır. Bu haliyle buzdolabında 2-3 gün saklanabilirmiş, uzun süreli saklamalar için derindondurucuyu öneriyor Cafe Fernando.
Bu ölçülere göre yoğun bir fesleğen tadı ve kokusu elde ediliyor, sarmısak ise hemen hemen hiç farkedilmiyor.

Makarna
Kaynayan suyun içine tuz eklenir. Ardından spagettiler konur, ara ara karıştırılır. Kıvamında piştiğinde iki kepçe kaynama suyundan ayrılır ve pesto sosun inceltilmesinde kullanılır.

Makarna bir süzgece dökülür. Ayrı bir tavada pesto sos ayrılan makarna suyu ile inceltilir. Süzülen makarna üzerine eklenir. Hafif çevirme hareketi ile sosla makarnanın bütünleşmesi sağlanır.

Afiyet olsun


Yukarıdaki fotoğrafa gelince; Fotoğraflarım çok iyi çıkmadığı için renkleri de iyi yansıtamıyor. Aslında spagettiler çok hoş bir yeşil renge sahipti. Bu görüntüyü pancarın güzel rengi ile süslesem nasıl olur dedim ve az bir miktar üzerinde deneme yaptım.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Sumak Ekşili Etli Sarma


Yaprak sarmasının mutfaklarımızdaki yeri özeldir. Yörelere göre farklı içler kullanılır, farklı sarma şekilleri uygulanır. Hepsi birbirinden lezzetli olur ve soframızda baş köşeye yerleşir. Yıllar önce seyrettiğim bir dizide Roma İmparatoru ahçısına kızıyordu, asma yapraklarının içine bir şeyler koyup yemek niyetine önüne getiriyor diye. Bizim içinse özel bir yemektir ve özel olmaya devam edecektir.

Tarifini vereceğim sarma annemin etli sarması ile bir arkadaşımdan öğrendiğim sumak ekşisinin harmanlanmış hali. Sumak ekşisini özellikle etli sarmada çok seviyorum, kendine has ekşisi sarmanın lezzetini arttırıyor.

Malzemeler:

500 gram salamura asma yaprağı (ölçüleri salamura yaprağa göre verdim. Taze yaprak kullanıldığında, yaprak hafif çekeceği için iç harcının artırılması gerekecektir.)
250 gram kıyma
2 büyük boy kuru soğan
1 su bardağı pirinç
1/2 çay bardağı sıvı yağ (kıyma yağlı ise yağ eklemeye gerek yok)
2 çorba kaşığı domates salçası veya biber-domates karışık salça
1/2 şer demet maydanoz, dereotu
2 çorba kaşığı kırık sumak tohumu (pul sumak değil) ve 1 çay bardağı su
1 çay kaşığı karabiber
1'er tatlı kaşığı kimyon, kuru kekik, kuru nane
Tuz

Yapılışı:

Kırık sumak tohumları bir kaba konur, üzerine 1 çay bardağı su eklenir. Diğer hazırlıklar tamamlanana kadar bekletilir.
Salamura yapraklar tuzunu salması için bir gece önceden suya konmuşsa kaynayan suya demet demet atılarak 2-2,5 dakika  (taze yaprağa göre biraz daha fazla tutmak gerekiyor) kaynatılır. Soğuması için beklenir.

Önceki akşamdan suya koyarak tuzunu gidermemişsem söyle bir yöntem uyguluyorum. Salamura suyunu iyice süzdürdükten sonra yaprakları sıcağa dayanıklı bir kaba koyuyorum. Üzerini kaplayacak kadar kaynatılmış su ekliyorum ve bekliyorum. Çaydanlığa tekrar su koyup kaynamaya bırakıyorum. Su kaynamaya başlayınca, yaprakların suyunu süzüp yeniden kaynamış suyu ekliyorum. Bu işlemi üç kez tekrarladığımda yaprakların tuzu giderilmiş olduğu gibi, yaprakları kaynatma işlemine de gerek kalmıyor.

Yapraklar soğurken iç hazırlanır. Pirinç yıkanır suyu süzülür. Soğan çok ince çentilerek doğranır. Yeşillikler ince olarak kıyılır.

Islatılmış sumak bir çay süzgecinden geçirilir. Elde edilen yaklaşık 1 çay bardağı miktarındaki ekşi su, sarma harcına eklenir. Kıyma, baharatlar, salça ve gerek duyuluyorsa yağ da eklenir. Son olarak yapraklardan bir parça tadılarak, yapraktaki tuz miktarını da dikkate alarak kafi miktarda tuz konur. Harç iyice karıştırılarak kıymanın suyu ve baharatları emmesi sağlanır.

Harç yapraklara klasik usulde sarılır. Etli sarmalar zeytinyağlı sarmalara göre biraz daha kalın yapılır.

Etli sarmalar yalancıya göre daha kolay pişmesine rağmen ben yine de taze yaprak sarmasında anlattığım gibi annemden öğrendiğim şekilde dikey olarak tencereye yerleştiriyorum. Bu şekilde yerleştirildiğinde tencere boyutunun iyi ayarlanmasını ve eğer boşluk kalırsa patatesle doldurulması gerektiğini hatırlatırım.
Eskiden kıyma alındığında, kasaplar kıyma etinin çıkarıldığı kemikleri de küçük küçük parçalayarak kıymayla birlikte verirlerdi. Şimdi böyle bir uygulama yok, en azından bizim buralarda.
Annem mutlaka düzgün kemik parçalarını tencerenin dibine yayar, sarmaları üzerine dizerdi. Bir kaç parça kemiği de en üste kapama yapraklarının üzerine koyardı . Sarmalar kemik suyunda pişmiş olurdu. 
Ben tencerenin dibine yaprak saplarını koymak yerine (çünkü tuz miktarını artırıyor ve sumak koyduğum için sapların ekşiliğine de ihtiyaç kalmadığından) ayıkladığım maydanoz dereotu saplarını güzelce yıkayıp tencerenin dibine seriyorum. Yırtık yapraklar varsa sapların üzerine de bir sıra yaprak seriyorum, bu kez yapraklarımda hiç yırtık yoktu ve düzgün yaprakları dibe sermeye kıyamadım.

Sarmalar tencereye dizildikten sonra yarım çay bardağı su eklenir. Sarmaların üzeri bir sıra yaprakla kapatılır. İç kapak olarak daynıklı bir porselen tabak yerleştirilir. Tencerenin kapağı da kapatıldıktan sonra buhar çıkana kadar orta ateşte, ardından kısık ateşte yaklaşık 40 dakika pişirilir. Pişme tamamlanmadan suyu bitecek olursa yarım çay bardağı kadar sıcak su ilave edilir.

Pişme sırasında sarmaya konan su miktarını az veriyorum. Ama sarmanın suyunu da yemeyi sevenler daha fazla su ekleyebilirler.

Afiyet Olsun.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Lavaş Krakerleri


Bu nefis krakerleri Nami Nami 'de gördüm ve tabiri caizse vuruldum. Kıtır, çıtır tatlara bayılırım, Satılan mısır ve patates cipsleri bana çok yağlı ve çok tuzlu geldiğinden yiyemem. Bu kolaycacık hazırlanan krakerler benim çıtır yeme isteğimi karşıladı.  Eğer benim gibi hazır çıtırları yiyemeyenlerdenseniz bu tarifi deneyebilirsiniz. Üzerine değişik baharatlar serperek lezzetlendirmek de mümkün.

Malzemeler

İnce lavaş yufkaları
Mayonez
Susam, çörekotu, haşhaş tohumu, kırmızı pul ve toz biber veya uygun gördüğünüz tüm baharatlar, peynir

Yapılışı

Lavaş üzerine çok ince bir mayonez tabakası sürülür. Üzerine arzu edilen tohumlar ve baharatlar, isterseniz peynir rendesi serpilir. (Nami nami tuz da öneriyor, ben kullanmadım) Mutfak makası ile atıştırmalık boyutlarda kesilir.

Önceden ısıtılmış 200 derece fırında kızarana kadar tutulur.

Nami nami özellikle uyarıyor, gözünüz üstünde olsun, hemen yanabilir. Bu korkudan olsa gerek ben çok kızarmadan aldım. Bu haliyle de çıtırı tam kıvamındaydı. Ertesi güne kalanlar bile çıtırlığını kaybetmedi.

Afiyet olsun

3 Aralık 2010 Cuma

Garnitürlü Kereviz ve Blog Oscarları


Acilen yemek yetiştirilmesi gereken günlerin kolay yemeklerinden biri. Konserve garnitür kullandığım için böyle diyorum. Garnitür evde hazırlanacak olunca hazırlaması uzayacak haliyle. 

İşin içinde soğan doğramak ve kavurmak olmayınca bana yemekler hep kolay gelir ama garnitürlü kereviz gerçekten şipşak yemeklerden biri. Hazırlaması kolay, pişmesi çabuk, kereviz sevenler için lezzeti güzel.

Malzemeler:

2 adet büyük yumrulu kereviz
8 çorba kaşığı garnitür
1 tatlı kaşığı nişasta
1/2 limonun suyu
4 tatlı kaşığı zeytinyağı
Tuz

Yapılışı:

Kerevizlerin sap kısmı kesilir, yumruların kabukları derince alınır. Yıkandıktan sonra ortadan ikiye bölünür. Ortaları oyularak çıkarılır. (Kabak oyacağı ile eğimli olarak girip, beş-altı darbede ortasını rahatça oyabiliyorum)

Çıkarılan kereviz içlerinin bir kısmı küçük küçük doğranır. Suyu süzülmüş garnitürle karıştırılır. Hazırlanan iç, uygun boydaki tencereye yerleştirilen kereviz çanaklarına dağıtılır.

(Kutuda kalan garnitürü, kısa zamanda kullanacak başka bir yer yoksa, çanakların etrafına da yayabilirsiniz)

Bir kap içinde limon suyu içinde nişasta ezilir. Üzerine tuz  ve zeytinyağı ilave edilerek karıştırılır ve kereviz çanaklarına yerleştirilmiş garnitürlerin üzerine gezdirilir.

Kereviz çanaklarının üst kısmından yaklaşık yarım santim daha aşağıda olacak şekilde su ilave edilir. Orta hararetli ateşte pişirilir. Ara ara kontrol edilir, pişme tamamlanmadan suyu azalmışsa çanakları aşmayacak şekilde sıcak su eklenir. Bir çatal yardımıyla kerevizlerin pişip pişmediği izlenir. Pişen yemek ılık olarak veya oda sıcaklığında servis edilir.

Afiyet olsun


Sinema endüstrisi ile hiçbir ilgim olmadığı halde hatta sadece sıradan bir sinema izleyicisi olmama rağmen Oscarları aldım.

Sinemanın Oscar'ından daha büyük benim için,  gönüllerin Oscarları çünkü. Sevgili Yelda ve Seval size nasıl teşekkür edeceğim bilemiyorum. Mutluluklar hep sizinle,  sevdiklerinizle ve sevenlerinizle olsun.

Geldik işin en zor kısmına. Duygularımı, iç çatışmalarımı şu yazımda da açıklamıştım. Bu kez kurallara karşı geliyorum ve tüm blog arkadaşlarıma gönderiyorum bu ödülü. İyi ki varsınız Sevgili ve Değerli Blog Dostlarım.


1 Aralık 2010 Çarşamba

Kış Renkleri


Takvime göre kışa yeni girdik ya, aslında daha Kasım'da başlamıştı kış depresyonu. Güneşi görmeden işe gidiyoruz, karanlıkta işten çıkıyoruz. Alışveriş halledilecek, yemek yetişecek, çocuk ödevlerini bitirsin de yatsın diye başında beklenecek, bütün gün okulda ders yapıyorum zaten diye mızmızlanılacak, hafta sonu bitirilemeyen işler tamamlanacak,  gündüzler uzamaya başlasın diye 21 Aralık iple çekilecek, oof of.

Biz evde anne, baba ve biraz da çocuklar bir garip hal içindeyiz gri günlerle birlikte. Yapılacaklar listesi güneşi daha çok gördüğümüz günlerde de aynı ama iş "işlerde" değil, güneşi görmemekte.

Gözlerimiz güneşi görmüyor diye güneş yok olmuyor ki, niye düşünceler, duygular grileşiveriyor birden?

Kendime telkin ediyorum aslında, aynı zamanda sizinle de paylaşıyorum. Her şeyi bırakıp sadece kış sebzelerine baksam ve görsem yetmez mi?

Yukarıdaki salata tabağını hazırladım örneğin.

Beyaz lahananın umut dolu sarımsı beyazı, havucun canlandıran turuncusu, marulun huzur veren yeşili, kırmızı lahananın aydınlatan  moru, karnıbaharın ferahlatan süt beyazı, pancarın baştan çıkaran koyu fuşyası bir tabakta yanyana. Hepsi kışın ürünü ve hiçbiri gri değil.

O zaman ben niye gri olayım ki?

Yemek blogu sayılırım ve bir salata dedim ya, öyleyse bir tarif vermek gerekir:

Karnıbahar ve pancar haşlanacak. Diğerleri sadece yıkanıp doğranacak. Gerisi size kalmış. Sosu limon-tuz-zeytinyağı da olur, renklenen dünyamız da olur.


Related Posts with Thumbnails