29 Mayıs 2010 Cumartesi

Ekşili Patlıcan



Ekşili Patlıcan

Yine köyümüze ait ve benim en sevdiğim yemeklerden biri, muhteşem bir yaz lezzeti. Koruk ekşisi kullanmak esas, koruğa ulaşmak mümkün olmadığında limon kullanılıyor. Kötü tarafı ise lezzetine lezzet katan kızartma işlemi.

Malzemeler:

5 adet ince uzun patlıcan
4-5 adet sivri biber
4-5 adet domates
1 limon
Kızartmak için zeytinyağı, tuz, su

Yapılışı:
Patlıcanlar alacalı soyulur, boyuna ve enine ikiye kesilir. Her parçanın ortasından birer kesik atılır. Dilimler normal patlıcan kızartmasına göre oldukça kalın tutulur.



Patlıcanlar ve biberler bol zeytinyağında kızartılır. (Kızartma patlıcanlar sarı kalacak, kahverengileşmeyecek  kıvamda olmalıdır.) Kağıt havlu üzerinde  fazla yağı alındıktan sonra tencereye konur. Üzerine rendelenmiş veya blendırdan geçirilmiş domatesler yayılır. Bir limonun suyu, tuz ve üzerini bir santim geçecek kadar su eklenir. Tencerenin kapağı kapatılır ve 10-15 dakika kaynatılır. İsterseniz ılık, isterseniz bir gece buzdolabında bekleterek soğuk tüketebilirsiniz. Ekşi ve patlıcanın müthiş uyumunu tatmanızı tavsiye ederim.

Afiyet olsun.

Sınırsız Rüyalar Diyarı


Sınırsız Rüyalar Diyarı
J.G. Ballard


Kısacık bir kitap olmasına rağmen bitiremedim bir türlü. Dört kez okumaktan vazgeçtim, sonra kitaba haksızlık etmeyeyim belki bana verecekleri vardır diye zorla okumaya devam ettim.

Bu kitap bilimkurgu ve distopya imiş. Bana göre yoksunluk sendromunun kötü hallusinasyonları olabilir ancak. Bilimkurguyu ve distopyaları severim, bu kitabı sevmedim.

Sınırsızlık ne mekanda, ne de hareket özgürlüğünde. Uçabiliyor ama uzaklaşamıyor. Biçim değiştirebiliyor ama kendinden kurtulamıyor. Sadece sınırsız bir fallik saplantısı var kitap kahramanının. 

Çaldığı uçakla geçirdiği kaza sonucu bir nehrin dibine düşüyor, hallusinasyonlarından kendi de memnun olmadığı için sanırım, kendi kendini boğuyor. Öldüğü mekandan ayrılamıyor. Yaşamının sonuna yaklaşmış  ağaçların sürekli tohum vermesi misali beyni sürekli tohumlarını saçmakla meşgul. O kadar ki, tutkusu olan uçmayı başarması bile yetmiyor.

"Hala rüyaları olanlar"dan biriyim. Allaha şükür, rüyalarım Blake'inki gibi değil.

23 Mayıs 2010 Pazar

İpek Kelebekleri


İpek böceklerimiz kozalarını ördü, değişimlerini tamamladı ve kelebek olarak tekrar dünyaya döndüler. Yumuşacık ipek tüycüklü gövdeleri, iri siyah gözleri ve inanılmaz güzellikteki antenleri ile karşımızdalar. Şimdi yumurtalarını bırakacak, görevlerini tamamlamış olarak ayrılacaklar görünür dünyadan.

Ne garip, yumurtalarından yeni böceklerin çıkması ile anne-babaları da yaşamaya devam ediyorlarmış gibi kabul ediyorum hep.  Ama bu kabulü diğer canlılar için uygulayamıyorum.

Allah izin verirse yumurtaları toplayıp buzdolabının kapağına koyacağım, dutlar yaprak vermeye başladığında çıkaracağım. Yeni bir döngüyü daha ibretle izlemek için.



22 Mayıs 2010 Cumartesi

Fangri ve Kolyos

Fangri ve Kolyos

Dün bir haber dinledim radyoda ve inanamadım. Üniversitelerimizden birinin yaptığı araştırma sonuçları açıklanıyordu; Nesli tükenen balıklarımız.

Nesli tükenen hayvan ve bitkilerle ilgili pek çok haber dinledim ya da okudum. Bahsedilen canlıları tanımıyordum, benim için zaten var olmamışlardı, yok olmaları da "yok olma" düşüncesinin verdiği rahatsızlıktan başka pek etkilememişti beni.

Spiker pek çok balık adının yanısıra Fangri ve Kolyosu da sıralamaz mı! Nasıl olur, nasıl yok olurlar!!! Çocukluğumda avladığımız balıklardan ikisiydi bunlar. Tamam, istavrit gibi her attığınız oltada çıkmazlardı, daha özel yerler seçerdiniz, hele Fangriyi çapariyle tutamazdınız, yem kullanmanız gerekirdi. Oltanıza geldiğinde sevinirdiniz. Ama yok olmak?

Hayal meyal hatırladığım ilk anılarımda annemin kuzine fırınında, karnına domates, maydanoz, soğan yerleştirerek pişirdiği kocaman balıklar yer alır. Bu balıkların yakalanışını hiç hatırlamıyorum. Babam yakaladığı lüfer ve palamutları hasretle anardı. Sonra çipura yok oldu. Lidaki yakaladığımızda çipura yakalamış kadar mutlu olmaya başlamıştık

Körfez gittikçe kirlenmeye devam etti. İlkokulu bitirdiğimde artık iç körfezde balık yakalanamaz olmuştu. Kayığımızı Eshot Deresindeki yerinden alıp Güzelbahçe Limanına götürmek zorunda kalmıştık. Kayığımızın uzaklaşması ile her gün çıkılan balık avı sefamız da haftada bir-ikiye düşmüştü. Ama gene de Pelikan feneri açıklarında Fangri yakalayabilir, kolyosa daha sık rastlardık. 

Sonra büyüyen bizler başka şehirlere gitmek zorunda kaldık, babam bu dünyadan ayrıldı, kayığımız da bir yangında kül oldu.

Ama balıklarımız? Biz yok olabilirdik, Onlarsa hala burada olmalıydılar.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Radika Haşlaması


Radika Haşlaması

Nasıl da lezzetli, pişirmeden çiğ olarak yemeye başlıyorum, haşlamaya da bırakmalıyım diye kendimi engelliyorum. 

Kendi topladığımız güzellikte radikaları pazarda bulmak zor. Yine de pazardakilere razı olup alıyorum. Çok da zevk almama rağmen ot toplamaya çıkamıyorum maalesef. Hadi ot toplamaya gidelim desem Teyzeciğim hemen kabul eder, güzelim otları özenle seçerek toplar, nefis bir şekilde de pişirir eminim. Ama problem bende, çıkamıyorum işte. Keşke bahçelere gidebilsem, toprağa - bitkilere dokunmak nasıl da elektriğimi boşaltır,  ne güzel bir dinlenme ve rahatlama vesilesi olur.

Gelelim tarife:

Dip bütünlüklerini bozmadan kökleri ve yaprak uçlarından birazı kesilir. İyice yıkadıktan sonra  kaynayan suya atılıp 5-7 dakika arası haşlanır. (Ben makarna suyu hariç hiç bir haşlama suyuna tuz koymuyorum.) 

Haşlanan radikalar, haşlama suyu çok fazla süzdürülmeden kevgirle servis tabağına alınur. Ayrı bir kapta arzuya göre miktarı belirlenmek üzere zeytinyağı, tuz ve limon suyu karıştırılır. Servis edilmeden hemen önce üzerine dökülür. Limonu döküldükten sonra fazla bekletilirse otların kararacağı unutlmamalıdır.

Benim tercihim daha ılıkken radikayı yemek, kaşık kaşık suyunu içmek.


16 Mayıs 2010 Pazar

Erik Şırklambası






Erik Şırklambası

Erik yiyebilen şanslı insanlardan mısınız? Ben  kütür kütür erik yiyemem, dişlerim-dişetlerim kamaşır. Bir ısırığı bile zor alırım.

Bizim köyün bir adeti vardır. Bu mevsimde bir tanıdığınıza ziyarete gittiğinizde hemen sofra bezi serilir, bahçeden yeni toplanmış kiraz ve erikler, son kuru incirler ve üzüm lokumları sunulur. Eriklerden bir kısmı geniş bakır sahanların içinde pirinç havanın arkası ile ezilerek ve üzerine tuz serpilerek ikram edilir. Adına da erik şırklambası denir. İşte ben sadece bu erikleri dişlerim kamaşmadan yiyebilirim. 

Eriğin ezilmiş ve tuzlanmış olması kamaştırma özelliğini nasıl kaldırıyor bilemiyorum. Ama yiyebiliyorum ya bu yeter.

14 Mayıs 2010 Cuma

Şevket-i Bostan Salatası




Şevket-i Bostan Salatası

İlkbaharla birlikte güzelim otlar da soframızda yer almaya başladı. Bunlardan biri de şevket-i bostan. Anneciğimin bu tarifi  benim mutfağımda da devam ediyor.

Çocukluğumda "Şevketlü Padişahım" hitabından yola çıkarak şevket-i bostanı otların padişahı olarak görürdüm. Babam gerçek anlamının bostan dikeni olduğunu söylediğinde biraz hayal kırıklığına uğramış olsam da kalbimdeki ve midemdeki yerini hiç kaybetmedi.

Toprak yüzeyinde sadece sert dikenlerini görürsünüz. Dikenlerine aldırmadan azmedip toprağını kazdığınızda ise havucumsu bir köke ulaşırsınız. Kökün ortası çok serttir ama kabuk gibi ayrılıveren dış kısmı size özel bir lezzet sunacaktır.

Şevket-i bostanın kuzu etli yemeği çok meşhurdur ama itiraf edeyim ben hiç yapmadım. Etle pek aram olmadığı için bu lezzeti etle harcamak istemiyorum. Et sevenler içinse bu "garip sası şey" ancak etle yenilebilir hale geliyor sanırım.

Ot yemekleri çoğunlukla çok kolaydır. Haşla, sosla, ye. Şevket-i bostan da böyle. Pazarda hazır ayıklanmış olarak satılıyor. Pazardan alınmış olsa bile  sadece taze dikenleri kalacak şekilde yeşil kısımları ayıklanır, kökünde varsa sert kısmı çıkarılır. İyice yıkanıp, düdüklü tencerede 2-3 damla limon suyu eklenerek yaklaşık 15 dakika pişirilir. Soğuduktan sonra doğranır. Kalan sert kısım varsa atılır.

Bir kapta yoğurt, yoğurdun ekşiliği yeterli değilse biraz limon suyu, zeytinyağı ve tuz çırpılır. Servis tabağına alınan şevket-i bostanların üzerine dökülür.


Babacığım şevket-i bostanın haşlama suyunu da bardak bardak içerdi, şifa niyetine.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Muzlu Rulo Pasta


Muzlu Rulo Pasta

Nedense rulo pasta adı yapımı zormuş gibi bir izlenim uyandırıyor. Oysa soğuması dahil  ikram edilebilecek-afiyetle yenebilecek hale gelmesi en fazla iki saat gerektiriyor.

Pandispanyası benim kullandığım standart tarif. Bu tarifi daha önce Meyveli Jöleli Pastada vermiştim. Sadece hamura 2-3 damla limon suyu ve bir-iki çay kaşığı limon kabuğu rendesi eklenerek daha beyaz bir pandispanya elde edilebileceğini ve havaların ısınmasıyla birlikte artan rahatsız edici yumurta kokusunun bertaraf edileceğini  hatırlatmak isterim. Kreması için ise 1 paket hazır krem şantiyi üzerindeki koyu kıvam tarifine göre hazırladım. İçine 2 yemek kaşığı da oğlumun toz muzlu "Nesquıik"inden koydum.

Önce krem şanti hazırlanıp buz dolabında soğumaya bırakılır.

Hazırlanan pandispanya hamuru içine yağlı kağıt serilmiş büyük fırın tepsisine dökülerek kare şeklinde yayılır. Piştiğinde kalınlığı 1 cm'i geçmeyecek şekilde kalınlığı ayarlanmalıdır.Soğuk fırına konarak 170 derecede 15 dakika pişirilir.
 
Fırın tepsisi büyüklüğünde bir mutfak bezi ıslatılır, iyice sıkılarak suyu alınır. Fırından çıkarılan pandispanya yağlı kağıdı ile birlikte ıslak bezin üzerine konur. Pandispanyayı kırmamaya özen gösterilerek ve ıslak bes pandispanyaya değmeyecek şekilde nazikçe rulo şekli verilir. 10-15 dakika soğuması beklenir.

Pandispanya soğuduktan sonra rulo açılır. Kenarda kalan kıtır kısımları yaklaşık 1 cm kesilerek çıkarılır. Yüzeyine krem şanti sürülür. Kıvrım başına uzunlamasına iki adet soyulmuş bütün muz yerleştirlir. Yavaşça rulo sarılırken bir yandan da yağlı kağıt pandispanyadan ayrılır. Rulo servis tabağına yerleştirilir, üzeri krem şanti ile kaplanır. Yaklaşık 30 dakika buz dolabında dinlendirilir.

Afiyete yenir.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Dewey Kedisi



Dewey Kedisi
Vicky Myron

Bir kedisever olan babaannesinden başka bir kedisever olan kızıma hediye olan bu kitabı diğer bir kedisever olan ben de okudum.

Çıldırdım, imrendim, hayıflandım, gülümsedim, anlayamadım, kızdım.

Çıldırdım: Yazıların düzeltilmesi işinden vaz mı geçildi artık? Redaktörlük mesleği ortadan mı kalktı? Çok satanlar listesinden kitap yayınlıyorlar, bizde de pek çok reklamı yapılıyor. Ama redaksiyon diye bir şey yok. Toptan dilbilgisini unuttuk, eğitiminizin hali de zaten içler acısı, size bu kadarı fazla bile, satın alın, okumasanız da olur mu demek istiyorlar.

Bırakın ince ayrıntıları, özne-yüklem uyumsuzlukları gibi korkunç hataları bile düzeltmemişler.

Ya çeviriye ne demeli? Kediye verilen Dewey Redmore Books ismi, kitabın ilerleyen bölümlerinde Dewey Redmore Kitapları olarak geçip duruyor. Dewey'in kitapları mı diyorsunuz sonra a yok, yok... Dewey'den bahsediyormuş meğerse.

Çeviren mi yazar mı hatalı bilemiyorum. Kasaba nüfusları bir bakıyorsunuz milyonlarda, bir bakıyorsunuz binlerde. Bir tek katlı ev oluyor, bir merdivenli ev. Bir 1800'lerdesiniz, sonra 1900'lerde, ardından gene 1800'lü yıllar.

İmrendim: Bir kütüphanenin şehrin kalbi olması ne kadar güzel. Kitap okumayı çok seven biri olmama rağmen ilimin kütüphanesine gidişim o kadar az ki. Üstelik bunlar internet öncesi çağda zorunlu okul ödevlerimi yapmak için ansiklopedilere ulaşmak amacıylaydı.

Kütüphane çalışanlarının şehirlerinin ihtiyaçlarına göre kütüpheneyi yönlendiriyor, getirdikleri kitapların seçiminde günün koşullarını gözönüne alıyor, kendi kendine meslek edinme kitaplarına öncelik veriyorlardı. Çalışan anne sayısı artınca, okuldan çıkan çocukların gelip hem güzel vakit geçereceği hem de bilgileneceği ortamlar hazırlıyorlardı. Yaşlılar için hem dinlenme hem de huzur bulunan bir mekan oluşturuyorlardı.

Hayıflandım: Bizim kütüphanelerimiz niye onların ki gibi değil?
Nedeni basit aslında. Çünkü o kütüphaneler bizim değil. Yukarıdan emirle kurulmuş. Biz talep etmemişiz, sahip de çıkmıyoruz, benimsemiyoruz da. Orada çalışanlar da maaşını devletten alıp, halkı umursamıyor. Oysa biraz katkımız olsaydı, beklentilerimzi karşılaması için zorlardık. Küçük bir azınlık dışında o binalardan uzak duruyoruz. Çalışanları da, kütüphanelere kitap alımını yapanları da uzak durmamızla memnun ediyoruz.

Bizim kütüphanecilerimiz (istisnalar muhakkak vardır, onlar kusuruma bakmasın lütfen) çatık kaşları ile sadece "susun!" diyen, bir soru soracak olursanız, neredeyse gözleri ile sizi döven, hayattan bezmiş insanlar olarak yer etmiş zihnimde.


Gülümsedim: Dewey de bir kedi işte. Kediseverler ne demek istediğimi anladılar hemen. Bizatihi  kedi olmaları yeterlidir zaten. Pek çok kedim oldu, pek çok da kedi tanıdım. Dewey de beni şaşırtmadı.  Kediler siz yatarken gelip göğsünüze oturdular mı yüzünüze arkalarını çeviriler. Bunun altında hiç derin manalar aramadım ben. Nefesimizin yüzlerine gelmesinden hoşlanmıyorlar bana göre. Kedilerin yükseklik saplantıları vardır. Her zaman bulundukları mekanın en yüksek yerinde oturup herşeye hakim olmak isterler. Çocukluğumda (Dewey'in paket lastiklerini yiyişi gibi) patlamış plastik balonlarımızı iştahla yiyen bir kedimiz vardı. Dewey de bunlar gibi her kedide bulunabilen  ve onları bizim için özel kılan meziyetlere sahip. Ama benim, en çok ilgiye muhtaç insanı seçip ona giden kedim hiç olmamıştı.

Anlayamadım: İnsan sevdiği bir şeyin ölümüne nasıl karar verir?

Çocukluğumda köyümüze gittiğimiz bir bayram günü sokaklarda başıboş gezen bir eşek görmüştüm. Garip bir hali vardı. Ne olduğunu sorduğumda halam eşeğin yaşlılıktan kör olduğunu ve sahibinin onu azad ettiğini söylemişti. Şaşırmış bir o kadar da üzülmüştüm.  Yıllarca hayvandan yararlan, işgöremez olunca da sokaklara terket. Acıyıp yemek veren olursa ne ala, karnını doyurmayı başaramazsa da bırak ölsün. Ne kadar vefasızlık...

Yabancılarda uzun süredir uygulanan, bizde de artık yerleşmeye başlayan bir uygulama hayvanların uyutulması. Allah beni böyle bir kararı vermek zorunda bırakmasın diye dua ediyorum, yine de anlayamadığımı ifade etmek zorundayım. Acılar içinde kalıp ölümü isteyebilir hale gelebiliriz belki. Ama ben canı Allah'ın verdiği ve onun alması gerektiğine inananlardanım.  Hele konuşamayan hayvanların ölümü istediklerine nasıl ikna olabilirim. Allah beni, "O kadar çok seviyorum ki acı çekmesine razı olamam" demek durumunda bırakmasın,  bir canlının ölümüne de aracı kılmasın  diyorum gene.

Kızdım:
"Acı çekiyor mu doktor?"
"Muhtemelen"
"Peki, uyutun o zaman"

Zaten artık çok yaşlandı, tüylerinin rengi de soldu, tuvalet sorunu da var. "Kütüphane için kötü bir imaj oluşturuyor" diye istemeyenler de çoğaldı. Ekonomik ömrünü tamamladı velhasıl. Ona borcumuz da yok. Besledik, sevdik yetmez mi? Artık sevgimizi hakedecek bir şey yapamıyor. Hadi güle güle.

Bugün hayvanlara, yarın insanlara.

"Acı çekiyor mu doktor?"
"Muhtemelen"
"Peki, uyutun o zaman"

Zaten artık çok yaşlandı, eli ayağı da doğru dürüst tutmuyor. Şekeri, kalbi var. Tedavi giderleri sosyal güvenlik kurumunun sırtında yük. Ekonomik ömrünü tamamladı velhasıl. Ona borcumuz da yok. Artık gitmeli. Hadi güle güle.


Related Posts with Thumbnails