24 Ekim 2009 Cumartesi

Ruhlar Evi



Ruhlar Evi  Isabel Allende

Güney Amerika hep ilgimi çekmiştir. Şili ise ta çocukluk çağımdan ağzından ya da ellerinden kan damlayan Pinochet karikatürleri ile yer etmiştir zihnimde. Ardından Neruda'yı tanıdım  ve Şili'yi  Neruda'nın gözünden öğrendim. Güney Amerika bu kadar ilgilimi çekerken Ruhlar Evini okumakta çok geç kalmışım.

Kitabın sürükleyiciliği, yazarın başarısı gibi konuları düşünemedim kitabı okurken. Çocukluğumu 70'lerde yaşadığım için ister istemez o günün değerleri ile bu günün değerlerini karşılaştırmaya girdim. İdeallerin değişmesine şaşırdım. Boşuna çabalar, anlamsız savaşlar peşinde miyiz aslında diye hüzünlendim.

İlk bölümler gerçekle gerçekdışılığın iç içe olduğu  bir anlatımla ilerlerken, Clara'nın ölümünden sonraki bölümleri artık bir roman olmaktan çıkıyor. Diktanın kötülükleri ard arda sıralanıyor, kitabın kurgusu ile bağlantılanamıyor, boşlukta kalıyor sanki. Yaşananların gerçekliği bilindiği için insan etkileniyor, ama bu etkilenme yazarın anlatımından değil, gerçeklerin acısından geliyor. Sıfıra sıfır, elde var sıfır düşüncesiyle kıvrandırıyor.

Sürü



Sürü        Frank Schatzing

Okuması çok uzun süren kitaplardan biriydi benim için. Sanırım 40-45 gün sürdü okuyup bitirmem. Bunun sebebi de kitabın kalınlığı değildi, Masumiyet Müzesi'ni 1,5 günde bitirmiştim mesela.

İlk sözüm yayıncı firmaya. Bu kadar uzun bir kitap bu kadar kalın kağıtlar yerine daha kaliteli ince kağıtlara basılabilirdi veya iki cilt halinde yayınlanabilirdi. O zaman kitap çantada taşınabilir, her yerde okunabilirdi.
Ayrıca benim standart okuma saatim yatmadan önceki 1-2 saatdir. Kitap o kadar kalin ki yatarken elimde tutmaktan yorulup okumayı bırakıyordum. Bir de kitapdaki kesilmemiş formalar yok mu, yayıncı da matbaacı da işini baştan savma yapmış.

Çevirmene takılmadığıma göre iyi çevirmiş denebilir. Ama son zamanlarda başka çevirilerde de gördüm, yer adları orjinal dilinde, Türkçe'de olmayan harflerle yazılıyor. Ben o harfin nasıl okunduğunu bilmiyorum ki, çoğunluğun okuyacağı şekilde yazılması gerekmez mi? Bu kitap boyunca Tromso'nün yazılışı böyleydi. Artık Çin yer adları Çince, Arap yer adları Arapça yazılışıyla yer alacaksa epey bir işimiz var.

Konuya gelince; İki anafikir çıkardım ben. Birincisi: Böyle kullanmaya devam edersek dünyayı, intikamı korkunç olacak. İkincisi, ABD dünya sorunlarına şiddet uygulamaktan başka çözüm yolu getiremez.

Kitap iki ana bölümden oluşuyor. Dünyadaki felaketler zinciri ve çözüm bulma çabaları. Beni en çok etkileyen kısım, iki bölüm arasında yer alan birkaç sayfalık istatistiksel gerçekler kısmıydı. Kendimi ve çevremi bir kez daha sorgulamama sebep oldu. Acaba geriye dönüş mümkün mü, enerji ihtiyacımızı azaltabilir miyiz, fabrikalardan vazgeçebilir miyiz? Çok basit şeyleri düşündüm kendi yapabileceğimiz, örneğin eskisi gibi bir tek sahandan yemek yiyebilir miyiz. O zaman bir akşam yemeğinde bir tencere, bir sahan, 4'er kaşık ve çatal, bir su bardağı kirlenecek, bulaşık makinesi kullanmaya ihtiyaç kalmayacak ya da haftada bir kullanılacak. İş yerine yürüyüş mesafesinde ev tutulacak, çocuklar en yakın okula gidecek, her gün yaptığımız sekiz sefer ayak gücüyle yapılmış olacak. Internet başında oturup bunları yazmak yerine komşumla sohbet etsem kaç kw/h elektiriği kullanmamış olacağım. Ya da artık geriye dönüş yok mu? Dinazorların nesli tükendi, insanlar ortaya çıktı. İnsanların nesli tükenmeli ki yeni bir canlı türü ortaya çıksın, dünyayı patlatsak da gaz ve toz bulutunda yaşayan yaşam formlarının mı zamanı geliyor artık. Bunları kızım bana söylediğinde şok olmuştum, gençler çoktan mı vazgeçtiler dünyadan diye, ama artık acaba mı? diyorum.

Kitabı genel olarak değerlendirirsem: Okyanus tabanıyla ve kıta sahanlığıyla ilgili yeni bilgiler edindim, ilginç ayrıntıları öğrendim. Ancak olaylar o kadar gereksiz uzatılmış ve sündürülmüştü ki beni sıktığı anlar çok oldu. Bir solukta okutmadı kendini kısaca.

Pek çok bilim-kurgu filminin bahsi geçiyor kitapda, gönderme yapmak değil de alenen söz etmek. Sagan'ın Contact 'ına çok takılmıştı  yazar, filmini temel alarak. Bu kitabın filmini seyretmeyi yarıda bırakmıştım ben, kitapdan farklı senaryolara dayanamıyorum çünkü (ne yazık ki Sürü de film olursa aynı akibte uğrar, böyle bir prodüksiyonu ancak Hollywodcular yapabilir, ama ABD'yi kitapdaki gibi göstermeyecekleri de kesin). Kitabın sonunda da Contact'dakine benzer bir yolculuk okyanus tabanına doğru yapılıyor.

Bütün  felaketlerin niçin olduğu araştırılırken iki farklı fikir ortaya çıkıyor. İslamofobik ABD "İslamcı teroristleri"  fail olarak görürken, bilimsel Avrupalıların başka bir tezi var. Kitabın gidişatı Ronny Laws'ın Evrenin Ucu kitabındaki gibi canlı dünyayı düşündürmüştü bana, ama öyle değilmiş. Fail çok önceden beirtiliyor, kitabın sonuna merak edeceğiniz bir şey de bırakmıyor.

Yazar ABD zulmünü çeken halkların hislerine tercuman olup ABD'yi dünyanun jandarmalığından alaşağı ediyor kitabın sonunda.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Zeytinli Pizza



Oğlum pizzayı çok seviyor özellikle de bol zeytinli ise. Hamur tercihi ise bizim evde farklı, eşim kalın hamurdan hoşlanıyor, ben ise ince hamurdan. İkisi arası bir kalınlıkta yapıyorum ben de. Bu tarifim büyük fırın tepsisi ölçülerini içeriyor.


Malzemeler


Hamur

500 gr un ( yaklaşık 4,5 su bardağı elenmiş havalandırılmış un)

2 bardak ılık su

1/2 limonun suyu

1 tatlı kaşığı toz şeker

1 çay kaşığı tuz (üst malzemesinde tuz fazla olduğundan)

1 paket (5 gr) instant maya


Sos:

Mevsimine göre 1 adet orta boy şeftali veya 1 adet elma

1 küçük boy domates

1 tatlı kaşığı salça

1 küçük boy soğan

1 diş sarmısak

1 adet yeşil veya tatlı kırmızı biber

Kekik

1 yemek kaşığı zeytinyağı

1 tatlı kaşığı un

1 bardak su


Üst malzemesi


1 kase Kaşar peyniri

1/2 kase küp doğranmış beyaz peynir

Yaklaşık 1/2 kase zeytin (hazır halka zeytinler yeşil toplanıp sonradan siyahlaştırılıyor ve bu bizim ağız tadımıza çok uymadığı için nadiren kullanıyorum. Genellikle tirilye zeytinin çekirdeğimi çıkararak kullanıyorum.)


Yapılışı

Hamur:

Su ve limon suyu hariç tüm hamur malzemesi karıştırılır. Üzerine yavaş yavaş su ve limon suyu  ilave edilerek mikserin hamur karıştırıcısıyla karıştırılır. Oldukça yumuşak bir hamur elde edilir. Üzeri ıslak bezle kapatılarak oda sıcaklığında kabarması tamamlanana kadar beklenir. Parmağımızla üzerine bastırdığımızda şekil kalıyorsa mayalanması tamamlanmıştır.

Sos:
Soğan, domates, sarmısak, meyve, biber küçük doğranır. Salça,  kekik, yağ ve 1 bardak su eklenir. Yaklaşık 10 dakika pişirilir. Un biraz su ile sulandırılır ve kaynayan karışıma ilave edilir. 1-2 taşım kaynadıktan sonra  blendırdan geçirilir.

Kabarması tamamlanmış hamur yağlanmış tepsiye alınır. Eller de biraz yağlanarak tüm tepsiye yayılır. Üzerine ılınmış sosdan yayılır,  bolca kaşar peyniri konur. Kaşarın üzerine diğer malzemeler yerleştirilir.

220 C önceden ısıtılmış fırında yaklaşık 20 dakika pişirilir.

Afiyetle...




Saksıda çiçek





Bir saksı diye aranıyordu oğlum. Niye istiyorsun diye sorduğumda babasıyla çiçek yapacaklarını söyledi. Küçük bir kavanozda karar kıldık saksı yerine. Örgü ipleriyle sardılar önce kavanozu, sonra da içine renkli kum yerleştirdiler. Kablo tellerine de yün sararak çiçek saplarını yaptılar. El işi kağıtlarından taç yaptakları keserek tellere yapıştırdılar. Oğlum bir de uğur böceği çizip keserek bir pipete yapıştırdı ve saksıya yerleştirdi.

Son dokunuş da kızımdan geldi. Yünlerle çiçeklerin sarılarını yaptı, saksıya da bir fiyonk ve dalga iliştirerek canlandırdı.

Canavar


Bazen ufak tefek şeyler dikerim ama aslında dikişle aram pek yoktur. Oğlum bir dergide "canavar"ı görünce yapalım diye tutturdu. Biraz itiraz etsem de sonunda onu kırmak istemedim.

Dikiş dikilen evlerde her zaman kumaş parçaları bulunur, ben ise epeyce bir arandıktan sonra ancak perde artığı iki kumaş parçası bulabildim. Kumaşlar uymasa da oğlumu mutlu etmeye yetti.

Oğlum kendince bir şablon çizdi, kızım şablonu kumaşa uyguladı. Ben de rahmetli annemin 60 yaşındaki Singer dikiş makinası ile yukarıdaki canavarı diktim. Bir parça örgü yünüyle saçlar ekledik. İçini de biraz elyafla doldurduk. Kızım UHU tekstil boyaları ile ağız ve gözleri çizdi de onun sayesinde anlam kazandı.

Canavarın peşinde çocuklarımla birlikte dolu bir zamanı paylaştık.


Related Posts with Thumbnails